Türkiye’de yabancıların çalışma izinleri ile vatandaşlığa kabul şartları konularında yeni bir düzenleme yapılacak. Her iki konuda da ihtiyaç büyük, zira ülkemizde yabancılara uygulanan mevzuat adeta onları kaçırmaya yönelik. Üstelik her yabancı için ayrı kural uygulanıyor; bir de fiili yabancılaştırmalar söz konusu.
Bir Fransız meslektaşım Anadolu’daki üniversitelere “yabancı öğretim üyesi kontenjanından başvurmuş, uzun yanıt sürelerini beklemiş, defalarca YÖK’e gitmiş ve sonunda hepsinden olumsuz yanıt almıştı. Bunun üzerine on yıldan fazla süredir Türkiye’de yaşadığı için tüm zorlukları göze alarak Türkiye vatandaşlığına geçmiş ve bu yeni kimliği ile yeniden başvurularını yapmıştı. Ancak Türkiye vatandaşı olmasına rağmen hala “yabancı” muamelesi görerek işe alınmamış ve beş yıllık mücadelesinin sonunda yılıp doğduğu ülkeye geri dönmüştü. Dolayısıyla yabancı ile vatandaş konusunun yeniden tartışılmasında gerçekten yarar bulunuyor.
Vatandaşlık ve çalışma izni konuları ise iki ayrı mesele; vatandaşlık kazanıldıktan sonra ayrıca çalışma izni konusu ortadan kalkar. Çalışma izni verilenlerin de vatandaş olması gerekmez. Vatandaşlık, kaybedilmesi zor bir statüdür; çalışma izni ise sürelidir, üstelik kolaylıkla iptal edilebilir.
Yabancı kim?
Türkiye’nin, “yabancılar”dan kurulu bir imparatorluğun mirası üzerine inşa olduğundan, başkalarıyla birlikte yaşama kültürünü en fazla benimsemiş ülke olması beklenir. Ancak cumhuriyet tarihinin adeta bu özelliği silmeye yönelik geçmişi, yabancı şüpheciliğinin yaygınlaşmasına yol açtı. Bugün de konu bu bağlamda ve millet düzleminde tartışılıyor, başkalarıyla bir arada yaşama geleneği, çoğulculuk ve gerçek vatandaşlık üzerinden değil.
Türkiye’de 1,5 milyon kadar Suriyeli bulunuyor ve bunların yaklaşık sadece 350 bin kadarı vatandaşlık kazanabilecek gibi gözüküyor. Öte yandan pek çok başka ülkeden gelmiş ve yıllardır Türkiye’de yaşayan, çalışan, iş kuran insanlar bulunuyor. Bunların büyük bir bölümü kayıt dışı, yasal olarak iş yapmak isteyenler de bunu Türkiye vatandaşı olan kişilerle ortaklık kurarak gerçekleştiriyorlar. Dolayısıyla fiilen çoktan yabancı olmaktan çıkmış ama hala vatandaş olamamış çok insan var. Tıpkı vatandaş olup da hala yabancı görülenler gibi.
Vatandaş kim?
Yurttaş olmadıkları ya da çalışma hakları bulunmadığı için bu insanlar vergi ödemiyor, yasal evlilik yapamıyor, okula gidemiyor, askerlik yapmıyor, hatta dil öğrenmek zorunda bile kalmıyorlar. Sonuçta Türkiye vatandaşlarının hak ve sorumluluklarından muaf yaşıyorlar.
Sorun şu ki, bu insanlar varlar. Türkiye’ye gelme nedenlerinin içinde ise baş sırayı can korkusu alıyor. Diğer bir neden ise ülkelerinde hayatlarını idame ettirecek ekonomik koşulların bulunmaması. Yani çok sayıda insan, daha iyi bir iş için değil, sadece bir iş için geliyor.
“Türkiye’de bunca işsiz varken, bir de bu insanlar....” diyerek hükümeti vatandaşlarını mağdur eden olarak göstermeye çalışmanın da, bu bağlamda gerçekliklerle ilgisi zayıf. Zira bu insanlar ekonomik yaşamın içindeler. Diğer bir ifadeyle sosyal piyasanın rekabet çarkları içinde zaten yer alıyorlar, ancak kayıt dışı olduklarından sorumlulukları yok ve böylece haksız rekabetten yararlanıyorlar.
Kısacası hak vermek gibi görünen bir konunun aslında sorumluluk verme olduğunun anlaşılması, ancak sorunun sosyolojik ve siyasi yönüne odaklanılması gerekiyor. Zira konu, giderek makbul vatandaşlık kavramı üzerinden yeniden vatandaşlık meselesinin tartışılmasının önünü açıyor.