Vuslat’ın 740. sene-i devriyesini 17 Aralık’ta kalplerimize umarım zerk edebilmişizdir. ‘Yakışıklı’ Meksika Cumhurbaşkanı’nın ‘Rumi’, bizim Mevlana Hazretleri, Hazret-i Pir diye bildiğimiz büyük insanın ‘düğün gecesi’... Selam olsun.
Bugünlerde yaşadığımız, belki daha da yaşayacağımız ‘çetrefilli’ günlerin yansımalarını göreceğiz elbette, ayrı bir yazıda ele alırız. Kavga, gürültü, keşmekeş, kaos vb. İçeride, dışarıda. Bir an için silelim bunları hayatımızdan, gazete okumayalım, sosyal medyaya bakmayalım, tüm dış iletişim kanallarının ‘kapat’ tuşuna basalım... ‘Vesayeti’ değil de Mevlana Hazretleri’nin ‘vasiyetini’ düşünelim mesela; ‘paralel devleti’ değil de, kardeşlerin kalpleri arasında birbirine seri bağlanmış ‘sevgi devletini’ düşünelim. Konuşulan ‘tecessüs’ kasetlerini değil; O’nun gönül tellleriyle sardığı ‘asırlık’ kasetleri düşünelim.
Mevlana Hazretleri, çok önemli bir figür. Ayrılıkları ortadan kaldıran, bir olma mesajını bütün dünyaya yayan gerçek bir kahraman. Anadolu’nun evlatlarına kucak açan bir baba. Bütün evlatları kuşatan bir veli. Temiz olana da, kirlenmiş olana da açık bir gönül. ‘Ne olursan gel’den öte ‘biz güzeliz, gel sen de güzel ol’ diyen bir cengaver. Çok yönlü bir idrak insanı. Ölmeden önce ölmeyi; ölmenin ise bir ‘kavuşma’ anı olduğunu söyleyen bir asalet. Der ki zaten; “Ben o?ldu?kten sonra mezarımı yerlerde aramayın. Ben ariflerin go?nlu?ndeyim.”
740. senesinde onu anmaktan değil, anlamaktan bahsediyorum. Çeşitli şekillerde onu ruhumuza yerleştirmek mümkün, buna zaten kendileri müsaade ediyor. İster bir şeyh olarak, bir eren, ister öğretmen, bir devrimci, ister bir aşık, isterseniz bir önder. Herkes bu büyük hisseden, kendine olan payı alabilir. O’nda bir sır var işte, bugüne kadar çözülemeyen, ama hep formülize edilmeye çalışılan bir sır. Çağlara ve her çağa göre bir reçete sunuyor işte. Gönüllerin ve aşkın sultanı yahu. Böylesi bir ‘hayat kahramanımız’ varken, hayal kahramanlarımızı bir yana bırakıp, buyrunuz O’nun içindeki aşkından yakalım...
17 Aralık 1273’e dönelim. Hasta yatağında Hz. Pir, Azrail’e seslenir. ‘Beri gel, biraz daha beri gel. Ey benim canımı hakiki sevgiliye götürecek olana sevgili, daha beri gel’ der!Ve gönül kafesindeki ‘Pir ü Pak’ güvercin yükselir semaya, düğün gerçekleşir. Bedeni onun için bir zindan, dünya bir hapishanedir. Halen, haşa, kara kukuletalı bir hal üzere tasviriyle dayatılan Azrail (as)’a sevgili diyen bir yürek onunkisi. Bu bile başlıbaşına ibret vesikası. Başlıbaşına bir ders.
‘Madem ki tıpkı güneşe benziyorum, çekmeliyim elimi ferah ve mamur olan topraklardan/Madem ki tıpkı güneşe benziyorum, doğmalıyım ortasında harabelerin’... Yaşadığı dönemin çalkantılı bir devir olduğunu biliyoruz Mevlana Hazretleri’nin... Karmaşa, fitne, fesat, yağmalar, Moğol baskısı, Haçlılar, ayrılıklar, taht kavgaları... Ne ararsan var. Ve böylesi bir harabe halinin ortasında doğan bir güneş olur. Ferah topraklarda ne işin var sahi der, asıl memleket dururken. İnsan olmaya, gönüllere hitap etmeye, kardeşliğe ve bir olmaya ihtiyaç duyulan Anadolu’da ‘toparlayıcı’ ve ‘kuşatıcı’ bir ‘komutan’ olarak arz-ı endam eder. Sazlığından koparıldığından beri inleyen ‘Ney’i dinle der. ‘Benim sırrım feryâdımdan uzak değildir. Lâkin her gözde onu görecek nûr, her kulakta onu işitecek kudret yoktur’. ‘Ney gibi hem zehir, hem panzehir; hem demsâz, hem müştâk bir şeyi kim görmüştür’ diye feryad eder. ‘Günler geçip gittiyse varsın geçsin. Ey pâk ve mübârek olan insân-ı kâmil; hemen sen vâr ol!’
Sırrına herkesin vakıf olamadığı bir ney bu. Herkesin heybesine göre değildir belki. Benim de haddim değildir elbette. Ama günler de geçip gidiyor işte, bu topraklarda birçok şeyi paylaşamıyoruz, tüm iletişim hassalarımız da tıkanmış vaziyette. Bilerek, isteyerek, bilmeyerek, alet olarak, oyunlara gelerek, yanlışlıkları kuşanmayı bir maharet sayarak, anlamayarak, dinlemeyerek, içten dıştan dört bir taraftan kuşatmalarla yaşayıp gidiyoruz. Bir çıkış bulduk nicedir, onunla ümidimizi yeşertiyoruz. Kardeşliğimizin köküne kibrit suyu dökmenin, yangına körükle gitmenin de hiç anlamı, esprisi yok. Düşman belli, eyvallah. Dostlara soruyorum, tamam da, önümüzde aşkın sultanı Hazret-i Pir dururken, kardeş olmayalım da ne olalım peki...