Acı bir haberle uyandık güne.
Bolu'dan gelen yangın haberi haftalardır mırıldandığımız "içim yanar" şarkısını çok daha derinden hissettirdi.
Karne tatili heyecanıyla kayak yapmaya giden ailelerin yaşadığı felaket başımızı önümüze eğdiren türden. Yitirdiğimiz canların hayat hikayeleri ve fotoğrafları gözlerimizi yaşartırken bile -niçin bu haldeyiz? sorusuyla bir türlü yüzleşemiyoruz.
Bizde asırlardır merkezi yönetimle yerel yönetim arasında çözemediğimiz problemler var. Sorunları bir sarmal haline getiren ve içinden çıkamadığımız türden.
Dünden beri sosyal medya bir savaş arenasına döndü. Herkes karşıtını sorumlu tutup faturayı ötekine kesiyor. İşi siyasi hesaplaşmaya çevirmek ve cepheleşmek kolaya kaçmak değil mi?
Oysa mesele çok daha derinlerde. En ucuzundan en pahalısına topluma hizmet veren işletmelerin denetimi belirli standartlarda olmak zorunda. Teftiş ve denetim birimlerindeki mühendislerin, memurların dürüstlüğü ve sorumluluk bilinci tesadüfe bırakılabilir mi?
Kural tanımazlığın ve işin kolayına kaçmanın yüceltildiği bir toplumuz ne yazık ki. Adamını bulunca her işin üstesinden gelen müteahhitlerimiz var. Üstelik patronundan işçisine müfettişinden zabıtasına kadar bu insanları çocukluktan alıp 18 yaşına kadar zorunlu eğitime tabi tutuyoruz. Senelerce üniversitelerde okutuyoruz. Demek ki bir yerlerde hata yapıyoruz.
Bu cennet vatan lafını söylerken hamaset yapmıyorsak eğer aynaya bakmak zorundayız. Depremde binalar hızlıca çöküyorsa, dere kenarlarına dikilmiş evleri sel götürüyorsa, en pahalı otelimizde canlarımız yanıyorsa biz bu işin sorumlularını hangi okullarda yetiştirdik diye sormakta geç kalmadık mı?
Kuralları ihlal edenleri, yasayı delenleri, mevzuatı aşmak için takla atanları aşağılamak ve küçümsemek için geç kalmadık mı?
Yelpazenin neresinde olursak olalım yaptığımız en küçük hata bu ülkenin insanına bir felaket olarak dönüyor. Sizce başımıza gelenlerden ders çıkarmak için geç kalmadık mı?