Türkiye ekonomisi üretimini ve ihracatını arttırıyor.
Ancak hala bir temel sorun var: Kilogram fiyatını 1 doların üzerine çıkaracak ‘katma değeri yüksek ürün’ üretmek.
Anlamı ‘yenilikçi teknoloji ve marka’...
Bu da nitelikli kadro, yenilikçi eğitim ve dış paydaşlarla işbirliği gerektiriyor.
Gebze Teknik Üniversitesi tarafından düzenlenen ‘1. Sanayi ve Teknoloji Zirvesi’nin açılışında, bunun ‘zor ama mümkün’ olduğunu gördüm.
Parlayan bir teknik üniversitemiz daha var.
Rektör Prof. Haluk Görgün, açılış konuşmasında üniversite-sanayi ‘işbirliği’ yerine ‘paydaşlık’ ifadesini kullandı.
Bilim ve sanayi arasında karşılıklı ‘anlayış, niyet ve değer birliği’ oluşturmak, bunu ‘paydaşlık’la ‘bütünleşme’ye dönüştürmek.
Sonuç getiren süreç bu.
Dünyada bazı kentler var ki; ekonomik etkinlik, küresel rekabet gücü, yaşam kalitesi ve politik güç gibi ölçütlere göre, kendi ülkelerinin bile önüne geçmişler.
Çoğumuz bunların arasına ‘Gebze’yi saymayız.
Ama Gebze, dünyanın birçok ‘marka’ kentinin sahip olmadığı bir öneme sahip: Ülke ekonomisine yüzde 13’ünü tek başına sağlıyor.
Türkiye’nin 500 büyük şirketinden 20’ye yakını ve binlerce irili ufaklı sanayi kuruluşu burada.
Bu sanayiyi besleyecek yüksek eğitim kurumu da 1992'de Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü olarak kuruldu.
Ancak 2014 sonunda ‘teknik üniversite’ye dönüştürülebildi.
Geç oldu ama 4 yılı bulmayan başarıları, girişimciliğin moda deyimiyle bir ‘start-up’ örneği olduğunu gösteriyor.
Önce güçlü bir ‘çekirdek akademik kadro’ ile yola çıkılmış.
Bölgedeki bütün sanayi kuruluşları, TÜBİTAK, Aselsan, Havelsan, TAİ gibi dev kamu teknoloji şirketleri, yurt dışında da araştırma geliştirme merkezleri, teknoloji kurumları ve üniversitelerle işbirliği sağlanmış.
Üniversiteyi, öğrencileri ve projeleri desteklemek üzere Gebze Teknik Eğitim ve Araştırma Vakfı kurulmuş.
Gebze bölgesinin tüm resmi, sivil kurumları ve halkı üniversitenin ‘paydaşları’ haline getirilmiş.
Bu paydaşlık üniversite imkanlarını arttırmış, bu da akademik kadro, öğrenci ve bölüm sayısını, üretilen proje sayılarını yer yer ikiye katlamış.
Bugün üniversitenin 177 laboratuvarında, aralarında TÜBİTAK ve NATO projelerinin de bulunduğu 41 milyon TL’lik projeler yürütülüyor.
Başarılı sonuçlar sanayiden gelen maddi destekleri de, uluslararası işbirliklerini de arttırmış.
ABD’deki ünlü silikon vadisi ve 20 ülkedeki üniversitelerle ile 77 anlaşma yapılmış; Türkiye’de ilk kez biyoinformatik ve siber güvenlik bölümleri açılmış; yabancı dil eğitmen sayısı arttırılmış ve 14 bölümde tamamen İngilizce eğitim verilmeye başlanmış.
GTÜ akademisyenleri, uluslararası kuruluşlardan aldıkları ödüllerle adlarını duyurmaya başlamış.
Ölçülebilir sonuçlar çok şey anlatıyor:
- Sadece geçen yıl 25 ‘icat’ çıkardı; 15 patent, 6 endüstriyel tasarım üretti.
- Akademik performansta Türkiye’nin en iyi üniversiteleri arasında da 2. sırayı aldı.
(Yıllık ücretleri 90 bin TL’yi bulan veya uluslararası listelerden çıkmayan bazı üniversiteleri de geride bırakarak.)
- 2014’te 12. sıradan girdiği Girişimcilik ve Yenilikçilik Endeksi’nde 3. sıraya yükseldi.
- Dünya üniversiteleri sıralamasında ilk 800’deki iki Türk devlet üniversitesinden biri oldu.
- Devlet üniversiteleri arasında mezunları en hızlı iş bulan ilk 5 üniversite arasına girdi.
- Mezunların yüzde 49’u okurken iş buldu; yüzde 18’i mezuniyetten sonraki ilk üç ayda, yüzde 10’u 4-6 ayda, yüzde 6’sı bir yıl içinde…
Burs ve sosyal imkanlar, içinden geçen Marmaray istasyonu ve Sabiha Gökçen Havaalanı’na yakınlığı da öğrencilerin hayatını kolaylaştırıyor.
Ormanlık alandaki yerleşkeyi gezerken dikkatimi ‘farklı’ iki şey çekti: Çeşitli kuş resimlerinin bulunduğu panolar ve binalar.
Rektör Prof. Görgün’ün sözleri en az bilimsel başarılar kadar önemliydi: “Ormanımızda yaşayan kuşları tespit ettik ve öğrencilerimiz de tanısın, gözlesin istedik. Binalarımızı da ‘ağaçların boyunu geçmeyecek’ şekilde iki kat olarak tasarladık.”
Teknik üniversite hedefleyen gençler için parlak bir seçenek daha var.