Gerçekten bazılarına bulantı hapı alarak katlandığım doğrudur. Suda bekletsen girdiği şeklin geometride adı yok hiç bekletmesen mevcut haline dip köşe giresin gelir. Gazze, ölmekten yorgun bir bebek gibi göç yolunda kenara itilmiş bir ceylan gibi... Muhalifleri dinlemiyorum artık, dinlenecek bir taraflarını bulmak muhal. Kaynaya kaynaya suyu biten çaydanlık altlığı gibi en sonunda gelen yanık kokusuna burnumuz da şaşırmıyor. Gerzeklik madeni bulup etrafında sevinerek daireler çizen şeyler.
Bir tane bit tarağı Gazze edebiyatından sıkıldık diye böğürdü. Bir zamanlar bunların kanalları vardı, şimdi evlerinde kanal açmışlar tıkanmış olmalı ki ruh halleri tesisatçı arıyor. Can İTEKLİ... Gazze edebiyatından sıkılmış... Yahu sen zaten sıkıksın... Sıkıcan ataklı... Büyük kanallarda böğürünce daha mutmain bir zevzekliğin ekran yüzüydün şimdi evindeki tarlanın bostan yüzüsün. Kim dinliyor bunu diye bir bakayım dedim baktım konuştuğu dil de bir tuhaf çorapça konuşuyor. Gazze'den sıkılmış iç organ torbası. 20 bin masum ölmüş ama onun canı buna sıkılmıyor da bizim bu durumdan sık bahsediyor olmamıza sıkılıyor.
Bunların insan olduğuna inanmam için Netanyahu'nun insan olduğuna inanmam lazım o derece. Bir leblebi kâsesine bile denk düşmeyen beyin damarlarına uzun süredir bir insanlık kırıntısı düşmemiş, düşse de kürdanı kapıp müdahale etmişler. Zaten konuşmalarına dikkat edin, boğazını tabureye oturtmuş gibi boğumlu ebleh lisana göz kırpıyor. Gazze sineklerin meselesi değil, Gazze bataklığı kurutmak isteyen şerefli insanların meselesi. Siz bataklıktan şikâyet eden sinek gördünüz mü?
İnsan kavgasının doğurduğudur. Kavgasıdır, varlığının isim annesi. Suratına asılmış bir öfkenin ceketi ki nasıl giyeceğini şaşırırsın. Deryayı bir bardak suyla yamayamazsın ama orada kopardığın fırtınaya bütün rüzgârlar yamanır. Cesaret, kavgası olanların yurdudur. Herkes o cesaretin sakini olmak ister, hani demiştim herkes bir başkasının cesaretinin konforuna sığınır o hesap.
Sen haykırdığında herkes seninle küffara haykırır zannedersin, öyle değil; kimisi kovasına ıslığını doldurmuş, kimi sineklerin vızıltısıyla vals, kimi iç sesiyle dans. Sen neredesiniz diye sorduğunda hep bir ağızdan yoldayız derler, lakin bir bakarsın yol sana mahcup...
Kavgayı bölüştüremezsin çünkü en büyük dilim senin önündedir. Bir bakarsın ki kavgasını verdiğin ekmeğin üzerine sürülür keyifler, sürülür sefiller, sürülür ballı rütbeler...
Yalnız olduğunu düşünmeye başladığında nefsinin çocuklarını pistten almanı isterler. Sitemin naz algılanır, sözün saz algılanır, rican minnet, feryadın cinnet algılanır.
Kimsesiz bir mezar gibi acıyanın çoktur okuyanın az.
Aman nasihatler sıralanır siteminin gerdanına. Vay efendim ahkâmlar, sıralı cümleler, ben demiştimler ateş pahası, ben seni uyarmıştımlar cepte bayatlamış.
Umurunda mıdır, asla... Vakarın bir savaşçı da olmadığını mı sanırsın, efendiliğin bir kölede olmadığına kim ikna etti seni.. Sahibini görmüyorsun diye bir mazlumu kimsesiz mi gördün. Küreği kimin çektiğini seçemedin diye boğulmuş mu oldu bir kaşık suda.
Yahu ne zanneder insan kendisini... Her yere yetişmeyi biliyorsun da kendine gelmenin acizi mi oldun?
Şimdi aç o tavşan tüneli kulaklarını ve dinle! Oksitlenmiş kutup başını git kendi sefaletinin duvarlarına vur.
Benim inandıklarıma sıçrarsan sana çamur olurum.
Benim inandığıma var inanma ama sessizce... Lakin kükrersen sesine sarmaşık olurum.
Senin dünya görüşün benim bakışıma perde olamaz ama duvar örersen balyozun olurum.
Benim inandıklarıma diş bilersen seni dilimle köreltirim.
Ve benim inandıklarımla dalga geçerken püskürttüğün salya senin yağmurun olur. Öyle zemheride kuyruğu asfalta yapışık enik gibi kalırsın.
...
Nihayetinde inandıklarımı hor göreni hoş görmeme şerefi doyurur ruhumu. Ve sadece o sofradan doymadan kalkmam...