Gece uyanıp çocuğunuzun üstünü örterken donarak ölen Gazzeli bebekler düşüyor aklımıza, yakıyor içimizi.
Bezden naylondan çadırlar içinde açlıktan, bomba seslerinden, titremekten uyuyamayan çocukları bir de sel suları içinde kalınca Gazzeli anne babaların yaşadığı çaresizliğin ağırlığı eziyor hepimizi.
Yerinden edilen, evleri başlarına yıkılan bir milyon Gazzeli şimdi de çadırlarda çile çekiyor.
15 ayda 17 kez yer değiştirmek zorunda kaldılar. Kuzeyden güneye, güneyden orta kesine, sonra tekrar kuzeye, yine güneye derken derme çatma şartlarda bile tutunamadılar vatan toprağına. "O kadar yoruldum ki ölüp dinlenmek istiyorum" diye ağlıyor Gazze'nin çocukları.
Çadır kentleri, mülteci kamplarını, okulları, hastaneleri bilerek hedef seçerek vurdu İsrail. Hiçbir hukuki, ahlaki, insani kaideyi dikkate almadan Gazze'yi yakmaya, yıkmaya, yok etmeye devam etti.
454 gündür süren soykırımda şehit sayısı en az 45 bin 553'e ulaştı. Siz bu satırları okurken sayı maalesef biraz daha artmış olacak. 18 bini çocuk... 12 bini kadın...
Enkazların altında kurtarılmayı beklerken acı içinde can veren on binler olduğu tahmin ediliyor.
En son canlı yayın aracı içinde uyuyan beş medya mensubu da dahil olmak üzere 201 Gazzeli gazeteciyi bilerek vurdu Netanyahu. Sırf hakikat Gazze'den çıkamasın, belgelenemesin, Siyonistlerin uluslararası medya ve sinema sektörü eliyle kurduğu yüz yıllık yalan imparatorluğu yıkılmasın diye.
Hastaneleri de bunun için vurdular, vuruyorlar. Doktorlar bıksın yılsın, yaraladıklarımızı kimse kurtarmasın diyorlar. Gazze'nin güneyindeki Nasır Hastanesinden, El Şifa Hastanesinden, onlarcasından sonra doktorları, sağlık görevlilerini tutuklayarak, jeneratörlere, hasta dosyalarına el koyarak Kemal Advan Hastanesini de hizmet dışı bıraktılar.
Öyle sistemli ve istikrarlı biçimde soykırım suçu işliyor ki İsrail, dünya buna nasıl susuyor anlamak mümkün olmuyor.
Ama Türkiye susmuyor. Unutmuyor, unutturmuyor. Kabul etmiyor.
Devleti ve milletiyle İsrail'i durdurmak ve cezalandırmak için, Gazze'yi kurtarmak, Filistin'i özgürleştirmek için ses veriyor, dua ediyor, gayret ediyor Türkiye.
Yönetimleri suç ortaklığı yapsa da dünyanın her yerinden vicdan sahibi insanların Gazze için ayakta oluşu insanlığın ölmediğini de gösteriyor.
Bütün bunların üstüne dün dünyanın kesişim noktası İstanbul'da edilen dua arşa ulaştı inşallah.
Yarım milyon insanın Sultanahmet, Eminönü, Fatih, Süleymaniye ve Ayasofya Camii'nde sabah namazı kılıp Galata Köprüsünde buluşması, buluşmanın 2025'in ilk sabahında ve karanlıklar aydınlığa kavuşurken olması elbette çok anlamlı.
Ama asıl önemli olan 400'e yakın sivil toplum kuruluşunun bir araya gelerek oluşturduğu "milli irade"dir. O iradenin ne dediği, ne talep ettiğidir.
Yapılan konuşmalar, atılan sloganlar, ortaklaşılan mesajlar bütün dünyaya ve öncelikle muhataplarına bir şey söylüyor bakın.
"Dün Ayasofya, bugün Emevi, yarın Aksa" demek, "Bir güneş doğuyor" diye müjdelemek Ayasofya ve Şam'ı özgürleştiren iradeyi göreve çağırmak demektir.
Bu müjdeye, çağrıya, gayrete inanmaktır, amin demektir.
Nitekim Ayasofya'nın esarette olduğu yıllarda tam bağımsızlık için gayret edenler, atalarımızın secde ettiği yerde secde edememenin ıstırabıyla gözyaşı dökenler yeise kapılmadılar.
İçerde darbecilere, vesayetçilere, hainlere, işbirlikçilere, celladına aşık eziklere karşı mücadele ederken...
Karabağ'da, Libya'da, Doğu Akdeniz'de, Suriye'de, sınır ötesinde düşmana karşı hakkını hukukunu evlatlarını korurken...
Nasıl yeise yılgınlığa kapılmadıysa bu millet; Filistin için Gazze için de kapılmıyor, yarına ümitle bakıyor.
Şarkıda dendiği gibi hani:
Gergin uykulardan, kör gecelerden
Bir sabah gelecek kardan aydınlık...
Cümle şehitlerin omuzlarında
Bir sabah gelecek kardan aydınlık...