Gazze'de yaşanan insanlık dramı dünyada ve ülkemizde yakından takip ediliyor. Ateşkes sırasında yaralıların ve çocukların görüntüleriyle daha çok yüzleştik. Dünyanın bir kısmı bu durumu kanıksarken bir kısmı ise isyan ediyor.
Batı medyası karartma konusunda maharetli. İsrail'e yapılan baskı ise "dünyayı etkileyecek görüntülere engel olun" cinsinden.
Türkiye müstakil duruşuyla ve demokratik sistemiyle bölge ülkelerinden çok farklı. Her ne kadar aydınlarımızın Gazze konusunda yeterince sesi çıkmasa da bunun arkasında dolaylı da olsa "Erdoğan'ın söylemini destekleme" kaygısı yatıyor.
Türk toplumunda Filistin duyarlığı yüksek. Türkiye, Filistin'in işgaline ve Netanyahu'nun katliamına karşı; ancak Hamas'ı doğrudan destekleyen bir Ankara'dan bahsetmek doğru olmaz. Türkiye'nin Hamas'la ilişkisi olsaydı 7 Ekim'de böyle bir hadise yaşanmazdı. Hamas'ın askeri kanadı siyasi kanadından bağımsız olarak bu eylemi gerçekleştirirken hangi ülkelerden destek aldı henüz bilmiyoruz.
Arap medyasında "İsrail'in Hamas'a karşı operasyonu..." diye başlayan cümleler bize her şeyi izah ediyor aslında. Birçok başkent, Gazzeli sivillerin ve çocukların yaşadıklarını perdelemiş durumda.
Jeopolitik çıkarlar, liman rekabetleri, yeni koridorlar, doğalgaz hatları gibi kirli çıkar ilişkilerini bu köşede izah etmiştik. Ancak mesele daha da derinlerde.
Ayçin Kantoğlu'nun konuşması kamuoyumuzda ses getirdi. Çok zamandır takip ettiğim hakikat yolcusu Ayçin Kantoğlu'nun çıkışı Türkiye dindarlarını yeniden sorgulamaya ve düşünmeye sevk etti. Petrolü ve Harem-i Şerif'i ellerinde tutanların kayıtsız kaldığı bu trajediye karşın "seküler" görünümlü bir çevirmen kadının ilham veren konuşması şaşkınlık yarattı.
Gazze'de olup bitenler karşısında İslam Ülkeleri adı verilen ülkelerin acziyeti yeterince sorgulanmayacak ve olup bitenler çabucak unutulacaktır. 1990'larda dönemin koşullarının da etkisiyle İslamcı aydınlar arasındaki hâkim paradigma, dinin esasının Arap ülkelerinde yahut devrim sonrası İran'da olduğu, bizim ise modernleşerek İslam'dan uzaklaştığımız üzerineydi. Oysa modern çağda Müslüman olmanın yolu hür olmaktan geçiyor. Hürriyetini kaybetmiş, aklı ve iradesi iktidar elitleri tarafından esir alınmış halkların Müslümanlığı şeklî olmaktan öteye gitmiyor.
Ayçin Kantoğlu, İslam Düşünce Enstitüsü'nde konuşmasını yaparken hangi referanslardan besleniyor ve hissiyatının kaynağı nedir sorusunu sormak yerine saç rengine odaklananlar var ne yazık ki. Kantoğlu, Batı'yı bilmekte birlikte oradan esinlenmiyor. Dante'yi tercüme eden ve Batı'nın Cehennem-Araf-Cennet tasavvuruna hâkim Kantoğlu'nun konuşmasının satır aralarında açıkça bu toprağın sesini duyuyoruz.
Ayçin Kantoğlu'nun hakikat yolculuğunda beslendiği kaynak bu coğrafyada doğup büyümüş, bu toprakların ruhunu keşfetmek için ömrünü adamış bilge Yalçın Koç.
Yalçın Koç ismini ilk kez duyanlar var. Bizde müstakil aydınların talihsizliğidir. Bir cemaati, partisi olmayan, arkasında yabancı vakıfların olmadığı, bağırıp çağırmayan müstakil aydınlarımız vardır. Yalçın Koç çoğunluk için kulağa yabancı bir isim olsa da yakın gelecekte daha çok ihtiyaç duyacağımız bir filozof olarak gündeme gelecektir.
Grek-Latin Kilise anlayışı ve Vahhabilik arasında sıkışan okuryazar taifeye meşhur kitabında Anadolu Mayası'nı izah ediyor Yalçın Koç. Kilise'nin inşa ettiği birey ve Anadolu Mayası'nın ortaya çıkardığı ferdî birey arasındaki fark, bugün bizim Gazze karşısındaki duruşumuzun belirleyicisi.
Dini alanın YouTube ve TikTok videolarıyla sulandırıldığı, rating ve bağış kaygısı yüksek fıkıh ulemasının gündemde olduğu bir zamanda "Kelam" üzerinde durmak zorundayız. Anadolu Mayası Kelam üzerinde durur ve Ahmet Yesevi'nin yolunda mayalanan bizim insanımızı tasvir eder.
Evet, Gazze'de yaşananlar karşısında Yesevi ırmağının döllediği gönülleri uyku tutmuyor. Bu toprakların mayaladığı gönüller dünya mazlumları için içlenip sayıklamakta. Tarih, yaşananlar karşısında nasıl bir duruş sergilediğimizi kaydediyor. Gücümüz yetmese de sözümüzle mazlumların yanındayız.