ABD seçimlerinin ardından herkes Şam’da nasıl gelişmeler yaşanacağını beklerken, İsrail Gazze’yi vurdu.
Beşar Esed’in yanı sıra, karışıklık haberlerinin geldiği Ürdün’de Kral Abdullah derin bir nefes almış oldu.
Bu gelişmeyle, “Ortadoğu konusunda Batı Dünyası sağ gösterip, sol vurdu” yorumu da yanlış olmayacaktır.
Zira, İsrail ile Batı dünyası arasında bu mevzuda “senkronize bir diplomasi” izlemekteyiz.
Gazze’de yaşanan son gelişmeler hem Batı dünyası hem de Arap Baharı diye adlandırılan süreç açısından turnusol kağıdı görevi de gördü.
Avrupa Birliği dış politikasının bir numaralı ismi Catherine Ashton’un Gazze’ye yönelik açıklamaları hayal kırıklığı yaratacak cinstendi.
Olayların sorumluluğunu HAMAS’a yükleyen ve İsrail’in kendisini savunma hakkına dikkat çeken bir açıklamaydı.
Günü kurtarmak için düşülmüş olan dipnot ise, AB’nin geldiği noktayı göstermesi açısından içler acısıydı: “AB, İsrail’e orantılı güç kullanması çağrısında bulunur.”
Fransa’dan gelen daha ihtiyatlı mesajlar dışında Batı dünyası, Gazze’ye saldıran İsrail’e desteklerini sundu.
Nobel Barış Ödülü alan ve insan hakları- demokrasi deyince, mangalda kül bırakmayan Avrupa Birliği, mevzu bahis olan Gazze olunca, bu kavramların olduğu dosyayı bir süreliğine rafa kaldırdı:
Üstelik kendi raporlarında bütün çıplaklığıyla ortaya koyduğu verilere dahi ters düşerek.
Geçtiğimiz haftalarda Avrupa Parlamentosu’nda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu izlemek üzere koridorlarda koştururken, AP siyaset dairesinin “İsrail’deki Filistinliler” konulu raporu gözüme ilişti.
O tarihten bu yana masamda duran raporu, Ashton’un açıklamaları üzerine inceledim.
Filistinlilerin doğum oranlarından, bu oranların Yahudiler nezdinde yarattığı korkuya dek her türlü faktör detaylıca işlenmiş raporda. İsrail’in ayrımcı politikalarına yönelik AB’nin İsrail üzerindeki baskısını arttırması isteniyor siyaset planlaması raporunda.
İsrail’in Filistinlilere yönelik sosyal, ekonomik, demografik sonuçları olan baskılarını, Avrupalılar Filistinlilerden daha iyi anlatmışlar sözkonusu belgede.
Eylül ayında gelen bu çağrıların üzerinden iki ay geçmişken, bırakın İsrail ayrımcılığına karşı çıkmayı, İsrail’in Filistinlileri bombalamasına AB’den müsamaha geliyor. Durum budur.
Gazze, Arap Baharı süreci açısından da bir turnusol kağıdı işlevi gördü. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Kahire ziyareti nedeniyle Mısır’ın refleksi de geniş bir şekilde Türkiye kamuoyuna yansıdı.
Mısır Devlet Başkanı Muhammed Mursi’nin ve Tunus’un İsrail’e yönelik tepkileri, İslamofobi hastalığına yakalanmış Batılı çevrelerin Arap baharından korkmakta, kendi açılarından ne kadar haklı olduklarını da göstermiş oldu.
Batı’nın ‘reel politik’ açmazı
Suriye muhalefetine ilk destek Fransa’dan Katar’da günler süren toplantıların ardından yeniden şekillenen Suriye muhalefetine Avrupa ülkeleri arasından ilk destek Fransa’dan geldi.
Hafta sonunda muhafeletin lideri Ahmet Moaz el Khatip’i kabul eden Fransız lider Francois Hollande, muhalefeti Suriye halkının meşru temsilcisi olarak tanıdıklarını açıkladı. Suriyeli muhaliflerin sadece meşruiyetlerinin değil, kredibilitelerinin de artması için çalışacaklarını kaydetti.
Suriye muhalefeti Paris’e büyükelçi atayacak. Bu açıklama da Hollande’den geldi. Fransa, Suriyeli muhaliflere silah da sağlayacak.
Suriye muhalefetinin yöneticileri Paris’ten önce Londra’da temaslarda bulundular. Dışişleri Bakanı William Hague tarafından kabul edilmişler ancak Paris’ten aldıkları desteği alamamışlardı. Fransa’nın ardından başka Avrupa ülkeleri de benzeri yaklaşımı açıklamaya hazırlanıyor.
Gazze’den Suriye’ye Ortadoğu denkleminde hareketlenmeler hızlandı. Aslında o cephedeki gelişmeler hiç yavaşlamamıştı. Söz sahibi olan Batılı güçler ise, kendi çıkarları prizmasından olaylara müdahale ettikçe, bir adım ileri, iki adım geri gittikçe, kan oluk oluk akıyor. Kayıplar biner biner geçiyor kayıtlara. Adına da “reel politik” deniyor.