Beşiktaş, maçların tamamında ceza alanına yaptığı ortaları; bu kez ilk yarıda gerçekleştirdi ama, üretilen pozisyon iki tane... Yani 10 gram tat almak için, yarım kilo keçiboynuzu yemek zorunda kalıyor.
Gökhan’ın ortası ve Olcay’ın kafayla indirmesiyle oluşan pozisyon ve Mario Gomez’in şutu dışında; “Ben Beşiktaş’ım” diyecek gövde gösterisi yok. Düşünün ki, en büyük tehlike onlardan değil; Gaziantep kendi kalesine gol atacakken, Karcemarskars’ın mucizevi kurtarışından geldi.
Şampiyonluğa oynuyorsan, bu iddianın gerektirdiği olgunluk, beceri ve yeterliliği göstermelisin. Dur bakalım, ligin daha başı dersen; tutucağın yola diken döşüyorsun demektir. Ayağına batıp canın yandığında, ah diye feryat etmeyeceksin.
***
Maç, kimin kime üstünlük sağladığı ya da kimin dominant taraf olduğu net olarak anlaşılmadan akıp gidiyordu. İki takım için de, her an (Mutlu-mutsuz) her şey olabilirdi. Böyle bir durum, maçın güzel olduğunun işareti sayılır ama; ortada bir halisünasyon durumu var. Gerçeği tam olarak yansıtmıyordu. Kötü değildi ama, “Vay anasını” dedirtecek lezzet odakları azdı.
Beşiktaş’ta futboluyla özellikle ön plana çıkan isim yoktu. Beşiktaş’ın Sosa’sı ve çıkmışken posası; daha ilk yarıda oyundan alındı. Tosiç aksıyor, Oğuzhan tekliyor, Gökhan Töre gizleniyordu. Mario Gomez de, lojistik destek alamıyordu. Aslına bakarsanız; Gaziantep’in saha yayılışını, yardımlaşmasını ve hatta kendi yarı alanından çıkış stratejisini daha çok beğendim. Ama Oğuzhan; duran toptaki usta atışıyla, maçın debisini değiştirdi. Şahane gol, Beşiktaş’ın içinde biriken metan gazını, infilak edemeden boşalttı. Sonrası kolaylaştı.