Ben Bradlee 21 Ekim günü 93 yaşında evinde hayata gözlerini kapadı.
Ben Bradlee Watergate skandalını ortaya çıkaran, daha doğrusu amerikalıların ve tüm dünyanın öğrenmesini sağlayan Washington Post gazetesinin efsane genel yayın yönetmeni idi.
Ben Bradlee ilginç bir kişilik, gazetecilik üzerine yaptığı yorumlar da bu mesleğin temel düsturları olmaya layik.
Bu haftaki ünlü ingiliz dergisi The Economist Ben Bradlee’nin daha az konuşulan bir yanına da gönderme yapıyor.
Ben Bradlee’yi The Economist “mavi kanlı” amerikalı olarak tanımlıyor zira 1792 tarihinden günümüze Bradlee ailesinden 52 kişi Harvard mezunu imiş.
Gerçekten ilginç bir aile birikimi.
Ancak, Bradlee’nin mavi kanlı bir amerikalı, Harvard’lı bir gazeteci olması kendisinin ülkesinin güç odakları ile büyük bir kavgaya girmesini de engellememiş, hatta büyük ölçüde böyle bir kökenden gelmiş olma, bu özgüven bu kavgayı daha da körüklemiş, Bradlee açısından daha da rahatlatmış.
Ben Bradlee’nin gazetecilik mottosunda iki temel kavram öne çıkıyor: Vicdan ve hakkaniyet.
Watergate skandalı olarak bilenen olayı, 1972 senesi, burada özetlemeyeceğim, bilen, ilgilenen zaten biliyor, Google’a “Watergate” diye yazdığınızda karşınıza hikayenin bütün detayları çıkıyor.
“Başkanın bütün adamları” filmini de, bu skandalı konu ediyor, görmeyenlere tavsiye etmemek mümkün değil.
Ben Bradlee 70’li yıllarda Watergate meselesi ve bu skandala bağlı olarak Vietnam savaşı konusunda ABD Yüksek Mahkemesi’ne kadar çıkıyor ve yaptığı işin, kimileri tarafından devlet sırrı olarak nitelenen bazı gerçeklerin açıklanmasını, doğruluğunu savunuyor.
Ben Bradlee’nin bu tartışmalarda, savunmalarda kullandığı temel kavram şu: Şayet bir olayın gerçekliğine vicdanen inanıyorsanız, yaptığınız işin hakkaniyete uygun olduğunu düşünüyorsanız, gerçeklerin ortaya çıkmasının sonuçları, bu sonuçların boyutu, vahameti ne olursa olsun, bir gazeteciyi hiç ilgilendirmez, ilgilendirmemeli.
Merak ediyorum, bizim iletişim fakültelerinde, gazetecilik bölümlerinde hocalarımız acaba öğrencilerine bu temel düsturu öğretiyorlar, yaşamları boyunca bu düsturun arkasında durmanın onların mesleki şerefi olacağını söylüyorlar mı?
Yoksa, “sorumlu gazetecilik” diye bir saçmalığı mı aşılamaya çalışıyorlar.
Doğrudur, gazetecilik sorumluluk isteyen bir iş olmalı ama bu sorumluluk sadece ve sadece yurttaşların, okurların gerçekle buluşmasına yardımcı olmakla sınırlı kalmalı.
Kaç iletişim fakültesi öğrencimiz hatta hocamız acaba Ben Bradlee’nin yaşamı, mesleğe yaptığı moral katkılarla ilgilenmiştir, merak ediyorum doğrusu.
İyi yurttaş olmak, devletin kısa vadeli çıkarlarıyla kavga etmemek mi daha önemlidir, yoksa mesleğini iyi yapmak mı?
Bu sorunun cevabı bizim gibi ülkelerde gerçekten çok önemlidir.
Mesela, gençlik yıllarımdan beri Türkiye ve Yunanistan vatandaşı hukukçuların Kıbrıs, Ege tartışmalarını izlerim.
Türkiyeli hukukçular, öğretim üyeleri çok ama çok büyük bir ağırlıkla bizim devletin Kıbrıs, Ege tezlerini; yunanistanlı hukukçular, öğretim üyeleri ise Yunanistan devletinin Kıbrıs, Ege tezlerini savunurlar, dururlar.
Bu örnek üzerine biraz kafa yormanızı isterim doğrusu, böyle bir tavır, kendi devletinin diplomatı gibi düşünen, konuşan hukukçu öğretim üyesi görüntüsü mesleğe şeref mi katmaktadır, yoksa mesleği memurlaştırmakta mıdır?
Şunu unutmayalım, doğru bildiğini, devletin kısa vadeli çıkarından bağımsız olarak ifade etmeye çekinen biri ne gazeteci, ne hukukçu, ne öğretim üyesi, ne de başka bir dalda yorumcu falan olamaz.
Olsa olsa devletinin memuru olur, o kadar.
Ama, komiktir, devletin de zaten bu işi o gönüllü memurlardan daha yetkin bir biçimde yapacak resmi memurları zaten vardır.