Türkiye’de 2000’li yıllardan beri çok şey değişti, dönüştü. Kurumlar, kişiler ve siyaset yeni olana, yeniliğe, alanındaki küresel değişikliklere göre kendini güncelledi. Ancak bazı kurumlar ısrarla eski alışkanlıklarını sürdürüyor. Israrla eskide kalmayı direniyor ve de diretiyor. Bunların başında maalesef medya geliyor. Üstelik yeni olana en çok ve en hızlı adapte olması gerekirken…
***
Peki medya neden yeniliğe bu kadar kapalı ya da neden yeniliğe ayak uyduramıyor?
Bu sorunun cevaplarını bazı yazılarımda belirttim ancak bir kez daha yazma ihtiyacı hasıl oldu. Televizyon haberciliğinde dünya standartlarının ne kadar gerisinde olduğumuzu bu köşede defaten yazdım. Geride olduğumuz tek şey de teknik uygulamalar değil üstelik. Editöryal olarak da ESKİ düzen sürdürülüyor.
***
Size iki somut örnekle bunu anlatmaya çalışayım. Her yıl Avrupa Birliği Türkiye ile ilgili bir rapor yayımlar. Bu rapor daha yayınlanmadan günler öncesi medyada haberleri yer almaya başlar. “Bu yılki rapor çok sertmiş”, “raporda özellikle adil yargılanmaya vurgu yapılacakmış”, “raporda azınlıklarla ilgili sert eleştiriler var”, “raporda Kürt sorununa atıf var”… Bu tip haberler çarşaf çarşaf gazetelerde yer alır. Akşamları ise haber kanallarının tartışma programlarında gündem yapılır. Raporun yayımlandığı gün ise son dakikalar deyim yerindeyse havada uçuşur. Öyle bir iklim yaratılır ki dersiniz Türkiye öldü, bitti, mahvoldu.
Avrupa Birliği, o raporu hazırlarken genelde duymak istediklerini söyleyenlerin kapısını çalıyor. İstedikleri gibi konuşmayanların tespit ve değerlendirmelerini ise rapora yansıtmıyor genellikle. Yani anlayacağınız önce bir şablon koyuyorlar sonra da o şablona uygun konuşacak kurumlara gidiyorlar. Göstermelik de olsa hükümete de bir uğrayıp Brüksel’e geçiyorlar. Türkiye böyle hazırlanan raporları çok gördü. Görmeye de devam ediyor.
Hal böyleyken kimse çıkıp da “bu raporu kim, nasıl hazırlıyor, hangi kriterlere göre değerlendirme yapılıyor?” diye sormuyor. Onu da geçtim. AB mi kaldı arkadaşlar! İngiltere birlikten çıkma kararı aldı. İngiltere’yi takip edecek başka ülkeler de çıkış için sırada. Ortadoğu’da bu kadar şey olup biterken birlik olarak hiçbir varlık gösteremeyen bu yapı neden bizi her yıl yayımladığı bir raporla terbiye etsin ki? Fransa ve Almanya’nın zorlaması ile varlığını sürdüren bu birliğin ne dediğine neden bu kadar önem veriyoruz?
Bu faktörleri kimse göz önünde bulundurmadan ezberlenmiş yanlışlar üzerinden kakafoni yapılıyor.
***
Her yıl bir şey daha böyle heyecanla beklenir Türk medyasında; ABD Başkanı 24 Nisan’da “soykırım” diyecek mi demeyecek mi, “soykırım” demezse ne diyecek? Sonra o an gelir ABD Başkanı “soykırım” demez, genelde “büyük felaket” der. Bizim haber kanalları hemen son dakika vermeye başlar: ABD Başkanı “soykırım” demedi.
ABD Başkanı’nın soykırım dememesi neden her yıl Türkiye’de son dakika gelişmesi olarak verilsin. Biz Ermenistan’a mı yayın yapıyoruz! Bu onlar için son dakika olabilir. Bizde son dakika olması için “soykırım” demesi gerekir. Bu yaklaşım sadece ve sadece ABD’deki Ermeni diasporasına hizmet eder.
Meslektaşım Yahya Bostan’ın bir nitelemesi ile bitireyim: GAZETECİLİKTE ALIŞKANLIK OLMAZ!