Türkiye son yıllarda, sadece millî politikaları sebebiyle ciddi baskı, tehdit ve saldırılara maruz kaldı.
Son ekonomik saldırının bahanesi her ne kadar Ajan Brunson olsa da, ABD’nin; şimdiye kadar yaşadığı hezimetlerin rövanşını alma çabasından başka bir şey değildir.
ABD’nin gerekçeleri, derenin alt tarafındaki kuzuyu yemeyi kafaya koyan kurdun, “Suyumu bulandırıyorsun” sataşması mesabesindedir.
***
Bu saldırı her ne kadar ekonomi üzerinden yapılsa da asıl amaç toplumsal tahribattır.
Onun için dolar saldırılarıyla eş zamanlı olarak, zam bekleyen öğretmenlere kadar bütün kesimleri sokağa dökmeye çalışırken, diğer taraftan da Gezi kalkışmasında olduğu gibi Taksim meydanında “öfkeli kalabalık” aradılar.
Millet burada, muhalefet nerede?
Bu saldırılara karşı, devletin alacağı ekonomik tedbirler önemli ise de asıl belirleyici adım, toplumun da hep birlikte “Oyununuzu gördük, meydan okuyoruz” diyebilmesiydi.
Milletimiz, her halükarda sadece kendi menfaatini düşünen az sayıdaki “fırsatçı benciller” dışında bu duruşu başarıyla sergiledi.
Zaten “Küresel kabadayı”nın çılgına dönerek yeni tehditler savurma basitliğinin asıl sebebi de, sergilediğimiz bu dik duruştu bence.
***
Tabii ki böyle toplumsal tabanlı bir mücadelede, siyasi liderler başta olmak üzere bütün kanaat önderlerinin doğru yerde durması ve milleti doğru yöne sevk etmesi çok önemlidir.
Ama ne yazık ki muhalefet liderleri, “asrımızın kurtuluş savaşı” diyebileceğimiz bu mücadelede milletimizin yanında durmadı.
Aldıkları oy itibariyle toplumun yüzde 45’ini temsil eden CHP, HDP ve İP, maalesef bu mücadelede yüzde 1 bile sorumluluk alamadı.
Koltuk derdine düştüler
Amerika’nın beslediği katillerin emrindeki HDP’nin, tavır almasını zaten beklemiyoruz.
MHP’nin milliyetçiliğini beğenmeyenlerin “daha iyisi” iddiasıyla kurduğu İP ve “TC’yi kuran parti” olduğunu iddia eden CHP ise, Çanakkale savunmasından hiçbir farkı olmayan bu süreci, kişisel koltuk kavgalarıyla geçirdi.
***
Özellikle Kılıçdaroğlu, kendisini o koltuğa; pis bir paraşütle indiren FETÖ’den bağımsız tek adım atamamış, daima Türkiye’yi tehdit edenlerin yanında yer almıştır.
Her fırsatta Erdoğan’a saldırma saplantısı öyle noktaya geldi ki, ABD yöneticileri, “Türkiye’ye ekonomik savaş açtık” diye bas bas bağırırken, o çıkıp;“Bunun ABD ile ilgisi yok. Kriz zaten geliyordu” diyecek kadar saçmaladı.
Terör hendeklerinde, El Bab’da, Afrin’de hatta Kandil’de hep “terörist arkadaşları”nı savundu.
Hakeza 15 Temmuz gibi “satılmışlığın zirvesi”nde bile “sahibinin sesi” olmaktan asla geri durmadı, duramadı.
“Bütün bu rezaletlere rağmen hâlâ o koltukta nasıl oturuyor” derseniz, elbette dört elle sarıldıkları “vesayet sistemi” sayesinde.
Onlar için “milletin” değil,“delegenin” ne dediği önemlidir!
Bunlar nasıl gazeteci?
Herkesin bildiği bu gerçekleri, “mangalda kül bırakmayan, kılı kırk yaran (!), vatansever (!), dürüst (!), demokrat (!) gazeteciler” de biliyor mu acaba?
Yıllarca FETÖ satılmışlarının avukatlığını yaptı; görmediler, dilinden bırakmadığı “diktatör”ün nasıl olduğunu defalarca gözlerine soktu; görmediler!
Hatta Kılıçdaroğlu’nu eleştireni bile “düşman” bellediler.
Bir keresinde,“Çok tutarlı” diye programa çağırdıkları Baykal, Kılıçdaroğlu’nu eleştirince çok fena bozulmuşlardı.
***
Bu gazeteciler (!) bu “Kılıçdaroğlu kamburu”nu nasıl taşıyabiliyor bilmiyorum ama bu konuda bir şey söyleyemedikleri sürece, söyledikleri her şey bir “hiç”tir…