Politikacılar ile gazeteciler birbirlerinden pek hoşlanmazlar. Aslında gazeteciliğin gazetecilik gibi yapıldığı ülkelerde pek çok meslek erbabı eli kalemlileri sevmez. Mesleğin doğasında vardır bu... Takdir eder, beğenir; ama sevmez, hoşlanmaz...
Hem takdir gören, hem de sevilen pek az meslek erbabı vardır...
Gazetecilik başkalarından sevgi beklenilen bir meslek değildir zaten...
Tayyip Erdoğan’ın da bizim meslek erbabından fazla hoşlandığı herhalde söylenemez. Onu diğerlerinden ayıran özellik, hislerini gizlememesi, hoşnutsuzluğunun bazen yüzüne, bazen de diline vurmasıdır.
Son örneği, İspanya başbakanıyla çıktığı ortak toplantıda, gazetesinin haftalardır gündemde tuttuğu soruları yönelten Zaman muhabirine çıkışmasında gördük.
Farklı karakterde bir politikacı, muhabire çıkışmak yerine, yüzüne güler, üstelik yanlış anlamaları ortadan kaldırma fırsatı verdiği için teşekkür de ederdi. İçinden küfretse bile...
Yabancı bir liderle yapılan ortak toplantılarda iç politikaya dair sorulara cevap vermemek de bir başka yöntemdir...
Daha önce yok muydu böyle çıkışlar? Nasıl olmaz; daha okkalıları vardı: Gazete sütunlarına yansıyan başbakanlar ile yazarlar arasındaki mektuplu atışmalar yanında, fazla uzak olmayan bir geçmişte Mesut Yılmaz ile Zafer Mutlu’nun, Tansu Çiller ile Aydın Doğan’ın televizyon ekranından birbirlerine gönderdiği salvolar hâlâ akıllarda...
Medyanın işine böylesi uygun geldiği için, Tayyip Erdoğan’ın hemen her davranışı, o konumdaki birinden sanki ilk kez sâdır oluyormuş gibi sunuluyor...
İyiye yoracak olursak, bu tür bir yaklaşım, Tayyip Erdoğan’dan seleflerinden daha farklı davranması beklendiği içindir...
Şahsen ben o beklentideyim ve başbakanı olduğu Türkiye’nin, çeşitli uluslararası kuruluşlar tarafından, ‘en çok sayıda gazetecisini cezaevinde tutan ülke’ listelerinde ön sıralara yerleştirilmesini hazmedemiyorum.
Türkiye buna müstahak olmadığı gibi, ilk icraatlarından biri, topladığı ‘Medya Kurultayı’ ile bütün meslek örgütlerine danışarak çok ileri derecede özgürlükçü bir ‘basın yasası’ çıkarmış Ak Parti’ye de yakışmıyor...
Ak Parti’ye ve Türkiye’ye yakışan, ‘gazeteci’ kimliği taşıyan tek bir kişinin bile, eline silâh almamışsa, cezaevine düşmemesidir...
Sayıları örgütten örgüte değişse de, bugün, Türkiye’de cezaevinde gazeteciler bulunuyor... O kişilerin ‘terörle mücadele yasası’ yüzünden cezaevinde bulunmaları bir mazeret değildir; o tür mazeretleri kimse geçerli saymıyor zaten...
İçeride ve dışarda hükümetin karşısına çıkan en ciddi eleştirilerden biri budur ve bu garabeti mutlaka ortadan kaldırmak gerekiyor...
Kaldırılırsa, yalnız ciddi bir eleştiriye son verilmiş olmayacak, anlaşılması çok güç bir çelişki de ortadan kalkacaktır...
Çelişki şu: Hükümet ‘Paralel Devlet’ adını uygun gördüğü yapıyla mücadelesinde, geçmişte kendisine bazı yanlışlar yaptırıldığını, bunun özellikle yargı alanında yaşandığını ileri sürüyor; ancak o ‘yanlışlıklar’ arasından en belirgin olanlardan vazgeçme yönünde adım atmakta zorlanıyor... Oysa tek bir hamleyle yanlışları doğruya çevirdiğinde ‘gazetecilerini cezaevine tıkan ülke’ eleştirilerinden de kurtulabilir...
O zamana kadar, âcilen ‘gazeteciler’ için özel bir af çıkartılamaz mı?