Hakiki gazeteciymiş...
Hakiki gazeteci “haber”den kaçar mı?
Kendilerini “hakiki gazeteci” sıfatıyla taltif edenler, haber görünce ödleri kopuyor, “Ne yapsak da, bu haberi gizlesek” telaşına düşüyor...
Kemal Kılıçdaroğlu15 Temmuz gecesi Atatürk Havalimanı’nda darbecilerle pazarlık yaparken suçüstü yakalandı. Görüntüsü var, belgesi var, tanıklıklar var... Bütün Türkiye bu olayla çalkalanıyor. Bütün siyasetçilerin gündeminde bu olay var...
Hakiki gazeteci bunu görmüyor bile...
Görmediği gibi, görenlere çemkiriyor: “Niye ikide bir Kılıçdaroğlu yazıyorsunuz? Kılıçdar da, Kılıçdar... Sizin başka işiniz yok mu?”
Hakiki gazeteci, olaylar arasında bağlantı kurar.
Mesela, darbecilerle pazarlık yaparken görüntü veren Kemal Kılıçdaroğlu, eski bir darbe şüphelisinin karargâhında “tören mangasıyla” karşılandı.
Hakiki gazeteci, bunun hem seçim yasaklarını ihlal, hem protokol kurallarını ihlal anlamına geldiğini bilir ve “Buradaki ihlal karşılayan ve karşılanan tarafından bilindiğine göre, bize ne mesaj verilmek istendi?” diye sorar ve bu hadiseyle “kontrollü kaçış” arasında bir bağlantı kurar.
Şunu da sorar:
Ey Kılıçdaroğlu... Bir aile yemeğinde, Baykal’ın yakında gideceğini ağzından kaçırmıştın... “Kaset komplosu”nu biliyor muydun?
Bir danışmanın FETÖ’cü ve ByLock’çu çıktı.
Bir danışmanın FETÖ’den dolayı tutuklu bulunuyor.
Bir milletvekilin, FETÖ tapesi yayınlamak üzere gazete kurdu. Maksat hâsıl olunca gazetesini kapatıp Meclis’e kaçtı. Çalışanları da maaşsız sigortasız yüzüstü bıraktı.
Bir milletvekilin, vatan haini Can Dündar’a görüntü servis ederken yakalandı.
Bir milletvekilin (o sıralarda “Avukat” titri taşıyordu), FETÖ’cülerle işbirliği yaparak Yargıtay’daki dosyayı uçurdu. (Dosya uçtuğu için yargılama tamamlanamadı, bir milletvekilin mahkûm olmaktan kurtuldu.)
Partine yakınlığıyla bilinen bir televizyon kanalı, darbe öncesi FETÖ’cü militanları (aralarında Fuat Avni’nin isim babası da bulunuyor) “sistematik” biçimde ağırlayıp, onlara “darbe yanlısı” konuşmalar yaptırdı. Aynı televizyon kanalı, darbe bastırıldıktan sonra bile, darbecilerin “utanç bildirisini” sabaha kadar ekranlarında döndürüp durdu.
Hakiki gazeteci bunları da yazar ve “Ne iş Kemal Bey?” diye sorar.
Hakiki gazeteci (hem “hakiki”, hem “tarafsız” olduğunu iddia ediyorsa), “Baykal’ın konuşmasını dinledim... Hakikaten şahaneydi. Hakikaten mükemmeldi. Hakikaten olağanüstüydü...” diye ucuz yalamalar yapmaz.
Hakiki gazeteci, konuk ağırlıyorsa, konuğuna saygılı davranır. Bir fikrin militanı değilse, konuğuyla polemiğe tutuşmaz. Efendice sorusunu sorar, cevabını almaya bakar.
Hakiki gazeteci, sunduğu haberlerin arasına, “Lümpenliğin iktidarı, terbiyesizliğin iktidarı, edepsizliğin iktidarı... Böyle bir dönem yaşıyoruz. Bilemiyorum, bu ülke o sihirli çizmeleri giyip uçacak mı, bilemiyorum...” şeklinde terbiyesizce laflar sıkıştırmaz.
Hakiki gazeteci tecessüs eder... Tecessüs edene şarlamaz.
Hakiki gazeteci, “Darbe olursa ben de tankın üzerine çıkacağım, merak etmeyin” diye yazmışsa, darbe gecesi fareler gibi saklanmaz.
Üzerine çıkacak bir tank bulamıyorsa, bulunduğu mahalde görüntü verir.
Ne bileyim, bir mesaj yazar.
Bir tweet atar.
Bir meslektaşının yardımına koşar.
Konuşacak bir stüdyo arar.
Bir telefon bağlantısı kurar ve mutlaka konuşmanın (darbeye direndiğini göstermenin) bir yolunu bulur.
İş olup bittikten sonra lütfen ortaya çıkıp, “Vay rezil FETÖ darbesi” demek, hakiki gazeteci tavrı değildir.
Bencilliktir, korkaklıktır, kalıpsızlıktır.
Son olarak...
Hakiki gazeteci, “Vaaay, filancanın aldığı ballı kredi!” diyorsa, kendi patronunun kamu bankalarından aldığı “ilk dört yılı ödemesiz, düşük faizli” ballı kredileri de kalemine dolar.
Bunu yapamıyorsa, edebiyle susup oturur.
HAMİŞ
Elbette “evet...” Bin kere “evet!”