Birtakım “saklı” gerekçelerle Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan nefret eden ama “doğrudan” ona laf diyemeyen bir gazeteci/aydın grubu var.
Esasında “saklı” filan değil...
Hepimiz biliyoruz “nefret”in nedenini.
Mayıs 2016 yılında Başbakan değişti, ardından o Başbakan’ın etrafında kümelenmiş bir “gazeteci/aydın” grubunun travması başladı.
Bu travmadan çıkamıyorlar...
Mesela, eski Başbakan’ın Başdanışmanlığını yapan ve ilgileri/mesaisi itibariyle “profesyonel” sınıfına dâhil edeceğimiz bir zat var... İki yıldır “nefretle”, “Profesyonel Davutçu” saiklerle kalkışıyor yazılarına ve hâlâ yüreğini soğutabilmiş değil.
Erdoğan’ın yaptığı her şey kötü!
Dış politikamız kötü!
Ekonomi kötü!
Hükümet (yani Erdoğan) ülkeyi yönetemiyor; yüksek düzeyde hamaset ve popülizm yapıyor.
Üstelik bizi uygar Batı’dan uzaklaştırıyor.
Mesajını doğrudan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı aracı kılarak ileten ve sözün şehvetine kapıldığı için arada sırada, “Mayıs ayında Başbakan değişmeseydi, darbe olmazdı” diye konum bildiren (yani, iltisaklarını ve bağlantılarını itiraf ederek danışmanlığını yaptığı kişiyi zor durumda bırakan) bu zat, eleştirilerinde daha cesur... Doğrudan Erdoğan’a saldırıyor. Erdoğan’ı “alt kültür grubu”nun çıkardığı bir siyaset fenomeni olarak görüyor ve eleştirilerini bu kabul üzerine bina ediyor.
Bir de ironik... Mizaha pek uygun bulduğu “yerli” ve “milli” nitelemelerini bolca kullanıyor ve müthiş hazlar uyandırıyor travmadan çıkamamış arkadaşları üzerinde...
Bir de lafı dolandıranlar var... Asıl sözümüz onlara.
Bunlar da, doğrudan Erdoğan’a dalamadıkları için, piyasası oluşmuş sözcükler etrafında dolanıyorlar ve Erdoğan taraftarı olduğunu düşündükleri gazetecilere saldırıyorlar; o gazetecileri pek popülist ve hamasi buluyorlar: Mesela, “Suriye hakkında şöyle düşünüyordunuz da, şimdi niye böylesiniz?” diye bir cümle kurup, içine, doğrudan Erdoğan’a mesaj olabilecek sözcükler yerleştiriyorlar. Neredeyse yapılan her şeyde, her politika değişikliğinde, hükümetin aldığı her kararda “popülizm” ve “hamaset” vehmediyorlar; meramlarını da, Erdoğan’ın yanında saf tutmuş gazetecileri hırpalayarak anlatmayı tercih ediyorlar. Bir tür, “Taraftar sana söylüyorum, Erdoğan sen anla!” gazeteciliği...
Eskiden daha cesurdu bu arkadaşlar. Doğrudan “diktatör” diyorlardı, “üst akıl” ve “faiz lobisi” kavramlaştırmasıyla dalga geçiyorlardı, “Hitler esintileri”nden “Midas’ın eşek kulakları”na, bir alt kültür siyasetçisine layık gördükleri her hakareti sıralıyorlardı. 15 Temmuz’da “üst akıl”la tanışınca bu “dil”i terk ettiler.
Şimdiki oyuncakları “Kemalizm...”
Erdoğan’ın etrafında kümelenmiş gazetecileri, “dünya değiştirmek”le, “yalpa vurmak”la, “fikrin onuruna sahip çıkmamak”la, “Kemalizm’e yaltaklanmak”la suçluyorlar.
Mahut kural burada da işliyor: “Taraftar sana söylüyorum, Erdoğan sen anla!”
Erdoğan’ın, “AK Parti, bundan sonra Atatürkçü bir partidir” diye bir beyanı var mı, ben bilmiyorum.
Bildiğim şu:
Erdoğan, baştan itibaren, Atatürk’ün şahsındaki bir ayrışmayı dışarıda tuttu ve Mustafa Kemal Atatürk’ten söz etme gereği duyduğunda, saygıyla “Gazi” nitelemesini kullandı.
Hepsi bu ve ortada eleştirilecek, hele “fikrin namusu” diye muaheze edilecek bir durum (onların ifadesiyle bir “sapma”) bulunmuyor.
Eleştiri hakkını ellerinde bulundurduklarına göre, demek ki bu arkadaşlar fikrin namusuna sahip ve “sapma” olarak görülebilecek davranışlardan uzaklar...
Böyle mi anlamalıyız?
O halde şu soruya cevap verecekler:
Hem Erdoğan’ı bizi “uygar” Batı’dan koparmakla suçlayacaksın; içinde “Batı’nın normları ve hukuku”, “Kopenhag kriterleri”, “AB değerleri” geçen yazılar yazıp Merkel’e perestij edeceksin, hem de bizatihi “batı değerleri” demek olan Kemalizm üzerinden Erdoğan’ı hırpalayacaksın!
Fikrin namusu dediğiniz böyle bir şey mi?