İnsan, gazeteci bile olsa, Wikileaks’ten sonra Amerikalı diplomatlarla görüşüp konuşmaktan çekiniyor... Mahrem belgelerine sahip olamadı ABD; ikili veya çoklu ortamlarda diplomatlarla yapılan konuşmalar işportaya düştü...
Göreve birkaç ay önce atanan ABD dışişleri bakan yardımcısı Douglas Frantz sıradan bir Amerikalı diplomat değil; uzunca sayılabilecek bir süre İstanbul’da New York Times gazetesini temsil etmiş bir gazeteci o... O yıllarda yollarımız kesişmiş, kendisiyle ve Chicago Tribune için çalışan gazeteci eşiyle çeşitli dost muhitlerde sohbetlerimiz olmuştu...
Çağrılınca onunla buluşmaya fazla düşünmeden koştum.
Hitap edilmesini istediği kısaltılmış adıyla ‘Doug’ dün İstanbul’da benim de aralarında bulunduğum beş gazeteciyle biraraya geldi. Yazılması kaydıyla ‘basın özgürlüğü’ konusunda kendisinin ve ABD yönetiminin görüşlerini paylaştı.
Otuz yıldan uzun bir süre gazeteciliğin her düzeyinde görevler yapmış birinin devlette sorumluluk üstlenmesi ABD’de pek alışıldık bir durum değil. Doug FrantzNew York Times, Los Angeles Times ve Washington Post’ta çalıştıktan sonra, dışişleri bakanı John Kerry’in davetiyle geçmiş bürokrasiye...
Kendisine söylemedim, ama sizlerle paylaşabilirim: Onun dışişlerinde söz sahibi hale gelmesi Türkiye için olağanüstü olumlu bir gelişme. İstanbul’da gazeteci olarak görev yaparken kurduğu ilişkiler sırasında ülkemizi tanıma imkânı bulmuş, ziyaret ettiği yöreleri ve tanıştığı insanları çok da sevmişti.
Nitekim, bizlerle söyleşisinde de defalarca bu sevgisini belli etti. ‘’Aranızda çok mutluyduk, iki çocuğumuzu burada büyüttük’’ dedi.
Görüşme sırasında en fazla kullandığı sözcük ‘imaj’ oldu bakan yardımcısının... Dışarıdan bakıldığında Türkiye’nin ‘basın özgürlüğü’ konusunda ayıplı, sosyal medyayı yasaklayan bir ülke görüntüsü verdiği ve bunun da imajını zedelediği âşikâr; Frantz, ‘’Burada gazetecilik yaparken karşıma çıkan pek çok ‘tabu’ konu vardı, son yıllarda o konuların rahatça tartışılabildiği bir ortama kavuştu ülkeniz; eski tabuların yerine yeni tabular koymaya hiç ihtiyacınız yok’’ dedi.
Bir ara ‘cezaevinde en fazla gazeteci bulunduran ülke’ sıfatıyla anılıyordu Türkiye; önce övgü geldi Frantz’dan: ‘’Son zamanlarda bu sayı çok azaldı, umarım hepten yok olur; mesleği gazetecilik olan kişiye ‘suçlu’ muamelesi yapılamaz, gazetecilik suç değildir...’’
Ardından sosyal medya (Twittter ve YouTube) yasaklarına sıra geldi: ‘’Bunlar aracılığıyla suç işleniyor olabilir; yanlışı yapan bulunup cezalandırılabilir elbette; teknolojiyi cezalandırmak ise yanlıştır... Kaldı ki, teknoloji de kolay kolay engellenemiyor; Twitter kullanıcısı sayısı yasaklamadan sonra daha da artmış...’’
Konuşması sırasında nefeslendiği her noktada rencide etmeyecek sözcükler aradığını fark ediyordum. Birkaç kez şuna benzer cümleler çıktı ağzından: ‘’Sizi ve ülkenizi seven birinin sözleri bunlar; aman söylediklerimi bir baskı girişimi, hatta uyarı olarak almayın... Buraya hükümetinize akıl vermeye gelmedim. Sonuçta demokratik bir ülkesiniz, ekonomide büyük başarılar yakaladınız; basının özgür, insanlarınızın fikrini rahatça ifade ediyor olması daha müreffeh olmanızı sağlar... Yabancı sermaye demokratik, hukuk devletlerine daha kolay gelir...’’
Her ülkede siyaset-basın ilişkisi sorunludur... Her ülkede siyasiler medyayı kendi çizgisine çekmek ister... Her ülkede zaman zaman gazete yöneticilerini arayıp haber ve yorumları engellemek isteyenler çıkabilir... Ancak bunların bir ölçüsü vardır ve gazetelerle gazeteciler müdahaleleri pek sineye çekmezler...
Türkiye’nin Rusya’yla Tayyip Erdoğan’ın Vladimir Putin’le mukayesesinin yakışıksız olduğu görüşünde Frantz; ‘’Asla böyle bir şey söylenemez’’ dedi. Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin uzun yıllar öncesine dayandığını, ‘stratejik’ boyut kazandığını, NATO’da ittifak içerisinde bulunulduğunu ve karşılıklı ticaretin arttığını da hatırlattı...
Ne yalan söyleyeyim, hiç bu kadar nazik sözcüklerle bezenmiş bir basın buluşmasında bulunduğumu hatırlamıyorum.
Demek gazeteciler bayağı usta diplomat da olabiliyorlar...