Merakımı mazur görün, ama bizim gazeteleri anlamakta gerçekten zorlanıyorum. ‘Yandaşlık’ veya ‘candaşlık’ tersliğini vurgulamak değil muradım; gazetelerin ‘siyaset’ ile yakından ilgilenmesine, partilerden birine kendisini daha yakın hissetmesine ve kadrolarını ona göre oluşturmasına karşı değilim çünkü. Ancak resmen ‘siyaset’ yapmaları gazetelerin ve gazetecilerin... Hiç mi hiç hoşuma gitmiyor...
Hoşuma önceden de gitmezdi de, dünkü gazetelere göz atarken midem ağzıma geldi.
İki önemli gelişme yaşandı pazar günü ülkemizde: İmralı’ya ziyaret yolu açılan Abdullah Öcalan’ın, kardeşine “Açlık grevleri bitsin” mesajını verdiği öğrenilince ölümle bitebilecek diye yüreğimiz ağzımızda endişelendiğimiz cezaevlerindeki eylem sona erdi... Ayrıca, üç aydır tutsak gazeteci Cüneyt Ünal Şam’da Esad’la görüşen CHP’lilerin delâletiyle serbest bırakıldı...
Önemli ve olumlu iki gelişme...
Dünkü gazetelerde bazı meslektaşlar, tahmin edilebileceği gibi, iki-üç aydır gündemi işgal etmiş bu olaylardan birini işlemeye tahsis etmişlerdi sütunlarını. İçlerinden bazısı iki konuya da yer vermek için yazısını ikiye bölmüştü; muhtemelen bu yüzden siyasi tavırlarını ele verdiklerini düşünüyorum...
Açlık grevinin sona erdirilmesi bütünüyle Abdullah Öcalan’a, gazetecinin Suriye’de salıverilmesi de yine bütünüyle Esad-CHP yakınlığına mal edilmişti hemen bütün yorumlarda...
Kendim de sadece kalemim ve mikrofonla değil her yolla elimden geleni yaptığım için açlık grevini sona erdirme amacıyla sürdürülen çabalardan haberdarım; “Mutlu sona giden yolda atılan adımları birebir izledim” desem yalan olmaz. Tamam, Öcalan’ın “Yetsin artık” mesajı sonu getirdi, ama sorunun çözümü sağlanana kadar kimler ne çabalar gösterdi, bir bilseniz...
“Niye daha önce kosteri kaldırıp İmralı’ya mesaj almaya avukatlar veya aileden birinin gitmesi sağlanmadı?” diye hesap soranlar var da, “Acaba daha önce görüşü alınmak istenseydi Öcalan aynı mesajı verir miydi?” diye soran neden yok, anlamam...
Aslında anlarım da “Anlamam” diyorum. Anladığım, yorumcularımızın ‘siyaset yapma’ hastalığı...
Şam’da nihayet serbest bırakılan gazeteciyle ilgili yorumlar ne demek istediğimi daha iyi anlatıyor. Hükümet, özellikle dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu, Cüneyt Ünal’ın serbest bırakılması için çok çaba sarfetti. Özel bilgi değil bu, gazetelerde çıkan haberlerden biliyorum. Araya pek çok kişi sokuldu. Uluslararası örgütler hareketlendirildi. “Nuh” dedi de “Peygamber” demedi Beşşar Esad...
“Gazeteci değil, militan o” dediler arabuluculara...
CHP’liler iyi yaptı, hatırlarını araya koyup Cüneyt Ünal’ı kurtarmakla... Böylece iki metreye iki metrelik bir hücrede geçen ayların kâbusu bitti, ailesinin fertleri de rahatladı... Tabii, her gün olumsuz bir haber gelir endişesi taşıyan bizler de...
Yorumcular hatırlarını devreye sokan CHP’lilere övgü yağdırıyor; biri de çıkıp “İyi ama dostlar, bunca arabulucunun ricasına direnen Esad CHP’lilere bu kıyağı neden yaptı?” diye sormuyor...
Sorulması gerekir mi? Bence gerekir. Bütün dünyayla savaşıyor Esad ve bir tek CHP’yle dost... Garip gelmiyor mu sizlere?
Her gün kalem oynatan birilerine garip gelmiyor olmalı. Hatta bu gelişmeyi “İktidarın hataları yüzünden Türkiye’nin bölgedeki ağırlığı sona erdi” sevincine dönüştürenler var.
Böyle bir durum söz konusuysa, yani Türkiye’nin ağırlığı azalmışsa, bunda sevinecek ne var? Sevinmek bir yana, bunun için üzülmemiz gerekmez mi? Bizler farklı bir ülkede, bu tür sevinçleri yaşayanlar daha farklı bir ülkede mi yaşıyor yoksa?
Öcalan’a övgü... Esad’a övgü... Helâl olsun, hükümete sövgü için hiç bir fırsat kaçırılmıyor...
İşte ben buna ‘siyaset yapmak’ diyorum. Kendi siyasetlerini yapıyor bu arkadaşlar; Ak Parti’ymiş, CHP’ymiş, MHP’ymiş, BDP’ymiş; gözlerinde bunların hiçbirinin herhangi bir değeri yok... Varsa yoksa kendi siyasi gündemleri...
Nasıl hoşuma gitsin; gitmiyor.