Erotizm yok, sevgi var...
Şiddet yok, muhabbet var...
Cerbeze yok, felsefe var...
Aldatma yok, bağlılık var...
LGBT yok, aile var...
Hırsızlık yok, yardımlaşma var...
Uyuşturucu yok, sağlık var...
Bel altı yok, zekâ var...
Bütün bu yokları ve varları daha da uzatmamız mümkün.
Nihayet yıllardır şikayetçi olduğumuz "var"ları barındırmayan "yok"ları ise hayatımıza sokan bir yapımla karşılaştık.
Demek ki isteyince yapılıyormuş.
Kaliteli, milyonlar tarafından izlenen, reyting rekorlarını alt üst eden dizi de çekilebiliyormuş.
Milleti aşağılamadan, ötekileştirmeden, bölüştürmeden de bir şeyler yapmak mümkünmüş...
Kendi kültürümüzden, hayatımızdan, yaşantımızdan kareler üretmek de mümkünmüş.
Bizim mahallemizden, insanımızdan, evimizden de ilgi çekici manzaralar üretilebiliyormuş.
Demek ki isteyince yapılabiliyormuş.
Ahmet Kural'ın Oscar'a aday bir oyunculuk sergilediği "Gassal" dizisi son yıllarda hasretini çektiğimiz, özlemle beklediğimiz "işte tam da bizi anlatıyor" dediğimiz dizi hayatımıza girdi.
İyi ki de girdi.
Emeği geçen herkesi tebrik etmek lazım.
Yapımcısından, senaristine, kameramanından seslendirene varıncaya kadar emeği geçen herkesi tebrik ediyorum.
İnşallah "Gassal" bir milat olur.
"Var"ların hayatımızdan çıktığı, "yok"ların bizi sarıp sarmaladığı bir milat...
"Gassal," bir dizi olmanın ötesine geçerek, topluma ayna tutmayı başaran nadir yapımlardan biri.
Günümüz insanının yaşam mottosu: "Yaşa, gül, eğlen, ölüm yokmuş gibi davran!"
Ancak Baki'nin hayatı, bu mottodaki çatlağı büyüte büyüte izleyicinin gözünün içine sokuyor.
Gassal bize, ben varım; Netflix'te erotizm, pornografi, vahşet, LGBT komedileri, algoritmik şekilde aileyi ifsada yönelik filmleri izleme diyor aslında.
Baki'nin ölüm korkusuyla evlenme çabası, aslında günümüz insanının "bir şeyler yaparsam belki ölümü erteleyebilirim" yanılgısını temsil ediyor. Mizah burada bir terapi değil; bir tokat.
Ölüm optimize edilecek bir algoritmaya sahip değil. Baki, ölümle (pardon ölüyle) her gün yüzleşen bir gassal olarak, modernitenin steril ilişkisinin tersini temsil ediyor.
Bir mezarlıkta bile Instagram'a bakan insanlarla dolu bir çağda, Gassal şunu haykırıyor: "Kamerayı bırak, bir mezar taşına bak! Çünkü bir gün senin adın da orada olacak."
Gassal, ölüm korkusuyla yüzleşemeyen seküler ferde kara mizah yoluyla terapi sunmuyor, aksine ayna tutuyor.
Aynada gördüğümüz şey hoşumuza gitmeyebilir: Anlam arayışı!
Emperyalizmin kapital sistemiyle bizlere enjekte ettiği mottomuz: "Görmezden gel, unut, hayatını yaşa."
Ve fakat ölüm, kapının önündeki ayakkabıya benzemez; kapıyı kapatınca gerisin geri gitmez.
Baki'nin "Beni kim yıkayacak?" sorusu, toplumsal bir felsefe aslında: Kimse sizin ölümünüzle uğraşmak istemiyor çünkü kimse kendi ölümüyle yüzleşmek istemiyor.
Benim için en kıymetli ise "ahiretin" bilinçten öte iman edilmesi gerektiği mesajıydı!
Her sahnesi, her repliği üzerinde düşünülmüş, özenle işlenmiş.
Kamera açıları, müzik seçimleri ve diyaloglar öyle uyum içinde ki, bir hikâye anlatmanın ne demek olduğunu adeta yeniden tanımlıyor.
Bu toprakların hikâyeleri, insanı küçümseyen değil, yücelten böylesi yapımları hak ediyor.
Bu dizi bize, sevgi, bağlılık ve yardımlaşma gibi değerlerin ne kadar kıymetli olduğunu yeniden hatırlattı.
Kendi hikâyelerimizden kopmadan da milyonları ekran başına çekebilecek işler yapılabileceğini gösterdi.
Çünkü mesele, anlatılan hikâyenin kalbimize dokunup dokunmadığı.
Gassal, bunu başardı.
O başardıysa başkaları da yapabilir...
Yeter ki sadece istesinler...
Yılın ilk gününde, Ramazan'ın hatırlatıcı ve hazırlayıcısı üç ayların başlangıç gününde, Baki'nin teneşirinde; hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için, yarın ölecekmiş gibi de ahiret için çalışmayı düşleyelim.
Çünkü bir gün hepimiz bir Baki'ye muhtaç olacağız.