Adam askeri birliğin içine giriyor, müdahale yok. Göndere tırmanıyor, müdahale yok.
Bayrağı indirmeye başlıyor, müdahale yok.
Adamın fotoğrafı çekiliyor, müdahale yok.
Ve adam çekip gidiyor, müdahale yok.
Bütün bunlar üç - beş saniye içinde olup bitmiyor, ama herkes seyrediyor.
Genelkurmay’ın açıklamasını ciddiye alıp, diyelim ki, göndere tırmanan çocuk veya kadındı, ateş ederek ölümüne yol açıp, kışkırtma malzemesi veilmek istenmedi, peki yakalanamaz mıydı?
Yakalansa belki, provokasyonsa bütün bunlar, kimin kim adına provokasyon yaptığı anlaşılırdı. Yok, yakalanmıyor.
Diyarbakır gibi bir yerde bir askeri birliğe girip çıkmak bu kadar kolay mı oluyor?
Ben, yol kesip kimlik sormaları da anlayamıyorum.
Ben iş makineleriyle hendekler kazıp, yolları günlerce trafiğe kapatmayı da anlayamıyorum.
Ben, memleketin bir yerinde dağlarda hint keneviri ekip, uyuşturucu üretilebilmesini de anlayamıyorum.
Bu hint keneviri denen meret, üç günde yetiştirilmiyor, bunca zaman içinde görülmez mi bunun ekildiği, dikildiği, yetiştirildiği ve toplandığı mahaller?
Yol kesme eylemleri, üretilen hint kenevirinin hasat mevsiminde, güvenlik kuvvetlerinin müdahalesini önlemek için gerçekleştiriliyormuş. Peki ama, hint keneviri ekilen bölgelere geçmişte, helikopterlerle indirme yapılıp müdahale edilmedi mi?
Hem, yol kesen militanlar, orada bir yerlerde üslenip güvenlik kuvvetlerine taş atıyorlar. Hadi sürece zarar vermesin diye silah kullanmayın, büyük bir askeri birlikle etraflarını kuşatıp yakalamak da mı mümkün olmuyor?
Nasıl bir acz söz konusu ki, günlerce yollar kapalı kalabiliyor?
Aklım almıyor.
“Fiili özerklik mi yaşıyoruz?” sorusunu sormak bana giran geliyor.
Ak Parti’ye oy veren milyonlar var, Doğu - Güneydoğu’da.
PKK-KCK her ne ise, örgütün bölgede hakimiyet kurmasını hayati bir tehdit olarak gören milyonlar var.
Çözüm sürecinin içinden bölgede bir örgüt hakimiyetinin çıkması ihtimalini korkulu bir rüya gibi içinde saklayan Kürt - Türk bölge insanı var.
Bu, bölgenin sosyolojik gerçeği.
Örgütü getir, bu toplumsal yapının üzerine bindir, Tek Parti diktatörlüğü prototipinde tepe tepe kullansın.
Bu kabul edilebilir mi?
Bir de tabii, özerk bir yapılanmanın “Türkiye’nin bütünü” açısından getireceği bedeller söz konusu. Özerk bir yapılanmayı Türkiye’nin geri kalanına nasıl izah edeceksiniz ve ortaya çıkacak karşıt tepkileri ne yapacaksınız?
Sanki “Bölge” dediğimizde, mono-blok, homojen bir renkten bahsetmemiz ve o rengi örgütün oluşturduğunu düşünmemiz isteniyor.
Bölgedeki en ciddi rahatsızlığın, “Örgüt”ün “Tek Kürt temsilcisi” konumuna getirildiği algısı olduğu ifade ediliyor.
Örgüt bir yandan bu algıyı derinleştirmeye çalışıyor, bir yandan da bu “Tek”liğin rantını devşirmeye yöneliyor. Örgütün bu sonucu, “Çözüm süreci” içinde elde etmeye yönelmesi, bir manada Hükümetin ve güvenlik birimlerinin “çözüm süreci”ne itinasının içinde gerçekleşiyor.
Cumhurbaşkanlığı tartışmalarında “BDP oyları”na yönelik hesapların da, örgüt tarafından bir tür “yumuşak karın” haline dönüştürülmek istendiği bir vakıa.
Bilmiyorum, belki de güvenlik bürokrasisi, olanları kamuoyundaki kaygılar ölçüsünde kaygı verici bulmuyor ve belki de, “Süreç devam etsin, ölümler olmasın, gün gelir her şey toparlanır” gibi bir mantığı işletiyordur.
Ben, bölgedeki geniş halk kitlelerinin de, bölge dışındaki insanların da hadiseleri kaygı ile izledikleri kanaatindeyim.
Bu kaygı atmosferinin de Cumhurbaşkanlığı seçimlerini etkileme riski vardır, onun da dikkate alınması gerekir.
Çok açık bir gerçek: Çözüm sürecinin sonuçları konusunda devlet ile örgüt arasında çok ciddi hesap farkları bulunuyor. Örgüt, yıllar içinde elde ettiği statüyü silahlı pazarlıkla legal hale getirme arayışında, Hükümet ise, Kürtler’in mağduriyetini ortadan kaldırmak, herkesi eşit vatandaş haline getirmek, ama bu arada, silahın pazarlığına özel prim uygulamamak kararında.
Son hadiseler, Hükümetin bu kararlılığının, sahaya yansımadığı gibi algıyı besliyor. Bence Hükümet bu algıyı önemsemeli, örgütte Hükümetin kararlılığını test edecek cesaret oluşmasına zemin hazırlanmamalı.