G-20’nin 2014 yılı zirvesi Avustralya’da gerçekleşti. Zirve sonuç bildirisindeki 5 yılda dünya ekonomisini % 2,1 büyütmek gibi bir amaç yer aldığına göre, bunca devletin bir araya gelmelerinin esas nedeni dünya ekonomisinin hali denebilir.
İsmine bakılırsa zirveye 20 devletin katıldığı sanılabilir, ancak 19 devlet+AB olduğu düşünülürse ortak bildiriye imza atan devlet sayısı (19+28=) 47. Tüm katılımcılar, küresel düzeydeki ticaret hacminin artırılması, bankacılık sistemlerinin geliştirilmesi, vergi kaçaklarının önlenmesi ve alt yapı faaliyetlerinin teşvik edilmesi konularında hem fikir oldular. Kim olmaz ki?
Adı geçen ülkelerdeki iktisat fakültelerinin birinci sınıfındaki herhangi bir öğrenciye de sorulsa, muhtemelen benzer bir hedef belirlerdi. Mesele hedef ve beklentilerde değil, bunların nasıl yapılacağında.
Bu konuda birden çok sorun var. Bunlardan biri devletlerin ekonomi politikalarının farklı olması. Mesela ABD açısından alt yapı yatırımlarının devlet tarafından desteklenmesi ya da ticareti teşvik edecek kamusal adımlar atılması gayet anlamsız bir tartışma. Ama öte yandan Rusya, Çin ve hatta Almanya bu tür konularda devleti hala büyük oyuncu olarak değerlendirilmesinden yana. Yani yatırım-ticaret konularında bazı ülkelerde şirketler öne çıkıyor, ama yabancı muhatapları devletler. ABD’li bir firma enerji konusunda girişimde bulunacak, rakibi Çin devleti. Nasıl başetsin?
Beklentiler-gerçekler
Diyelim ki, bu platform tam da bu tür sorunların halledilmesine hizmet ediyor. Ancak bir yandan Asya-Pasifik Serbest Ticaret Bölgesi kurulurken, öte yandan da AB-ABD Serbest Ticaret Bölgesi için müzakereler; ya da daha açıkçası savaşlar sürerken bunların dışında kalan G-20 ülkeleri için de bir çıkış bulunabiliyor mu? Yoksa dünya genelindeki % 2,1’lik büyüme beklentisi sadece gelişmiş ülkelerin büyüme potansiyellerine mi bağlanmış durumda? Başka biçimde ifade edelim, Türkiye, Hindistan ya da Brezilya gibi gelişmekte olan ülkelerin büyüme oranlarını artırarak mı bu dünya ortalamasına ulaşılacak, en geri kalanların kalkındırılmasıyla mı, yoksa en gelişmişlerin daha da gelişmelerinin sağlanmasıyla mı?
Sorular basit, ancak yanıtları gayet karmaşık; zira bu konuda bir uzlaşı olmadığı anlaşılıyor. Devletlerin tutum farklılıkları, küresel liberal ekonomi beklentisiyle stratejik hesaplar arasındaki kuramsal çelişkiden kaynaklanıyor. Ticaret, yatırım, işbirliği, inovasyon ortaklığı gibi bir dizi konunun küresel ekonominin büyümesine hizmet etmesi için “istikrarlı” piyasalara ihtiyaç bulunuyor.
İnsan nerede?
Bakıyoruz nerelerde istikrar var diye. Ne yazık ki ABD, AB coğrafyası, Avustralya-Yeni Zelanda hattı dışında hiçbir yer için sürdürülebilir bir istikrardan söz etmek mümkün değil. Buralarda olup da başka yerlerde olmayan ne diye baktığımızda ise bulduğumuz tek farklılık insan. Buralarda insan her şeyden önce geliyor.
İnsani sorunları dışlayan bir ekonomiye ne zamandır ekonomi deniyor bilinmez. Ancak G-20’nin 2014 toplantısında bile dünyanın insanlık sorunlarını çözmeden nasıl büyüme trendine gireceği tartışılamadı. ABD Esad’ı devirir mi, bölgeye daha kaç asker gönderir, kara operasyonu olur mu, Rusya Ukrayna’nın doğusunu işgal eder mi? ABD Esad’ı devirirse Rusya buna ne der? Sorular hala bunlar, ama herkes büyümeden bahsediyor. Kim büyüyecek, bir karar verilse dünya rahatlayacak. İnsanlar mı, devletler mi?
Anlaşıldığı kadarıyla insanların sorunlarını öne çıkarmadan küresel büyüme olamayacağı konusu 2015’de Antalya’da ele alınacak. Bir yıl daha bekleyeceğiz, ama hiç yoktan iyidir. Ayrıca unutmayalım bu konuyu gündeme getiren de Türkiye.