Beşşar Esad ve şürekâsı Şam’ın Guta semtinde yaşayanlar üzerinde etkisini gösteren ‘kimyasal silâh’ kullandı diye ceza görecek. Öyle deniyor. Cezasını “Kimyasal silâh kullanımı benim için kırmızı çizgidir” diyen Barack Obama’nın ülkesi ABD verecekmiş... Yanına almayı düşündüğü İngiltere ve Fransa ile beraber...
Kimileri “Hadi, daha ne duruyorsunuz?” telâşında...
İyi de ben niye farklı düşünüyorum? “Suçlu ayağa kalk” demesi gereken biri/leri varsa, suç işleyen de kendilerine karşı suç işlenen de bu coğrafyadan olduğuna göre, cezalandıracak olanın da bizim aramızdan birileri olmasını tercih ederim.
Keşke İslâm Dünyası’nda böyle bir mekanizma olsaydı... “Halkını öldüremezsin” diyecek, öldürdüğünde “Dur, yoksa yakarım” ihtarında bulunacak, hele ‘kimyasal silâh’ gibi kirli yollara başvuran çıkarsa onu derhal yerinden edip yargılayacak bir mekanizma...
Sorumluluğu Batı üstlendiğinde adam kayırmacılık söz konusu olabiliyor çünkü...
Afganistan’a bakalım... Irak’a da... Bu iki ülke bizim coğrafyamızın birer parçası, ama oralardaki yanlışlara Batı müdahale etti. Sonuç? İki ülke halkı da perişan halde... Suriye’de ‘kimyasal silâh’ kullanıldığı şikâyetleri duyulduğu şu günlerde, hem Afganistan’da hem de Irak’ta, çok sayıda insan savaşın dişlileri arasında hayatını kaybetti.
“Demokrasi getireceğiz, diktatörden kurtaracağız” diye Irak’a karşı girişilen askeri operasyonun maliyeti çok yüksek: 1 milyondan fazla ölü... Dört milyondan fazla Iraklı yaşayamaz hale geldiği için ülkesini terk etti... Kemal Kılıçdaroğlu ve heyetinin ziyareti vesilesiyle öğrendik: Bağdat’ta dar bir alan dışında güvenlik sıfırmış... Ülkenin tarihi değerleri yağmalandı... Yıkımın ise haddi hesabı yok...
Çelebi böyle gelir bize demokrasi dediğin...
Hatırlar mısınız, bilmem, ama ben hatırlatınca gözünüzün önünde canlanacağına eminim: Kenya ve Tanzanya’daki büyükelçilikleri bombalı saldırıya uğradığında, ABD, saldırganları barındırdıkları için Sudan ve Afganistan’a füzeler göndermişti... 1998 yılı ağustos ayının sonlarında... Tam 15 yıl önce bu zamanlarda...
Operasyonun (‘Operation Infinite Reach’) hedefi Sudan’da kimyasal silâh ürettiği sanılan bir tesis ile Afganistan’daki el-Kaide kamplarıydı... Füzeler hedeflerini buldu bulmasına, ama hedefler beklendiği gibi çıkmadı. Sudan’da bombalanan Al-Shifa tesislerinde silâh değil ilâç üretilmekteydi... Afganistan’a el-Kaide kamplarını bulsun, Üsame bin Laden ile kurmaylarını öldürsün diye yollanan füzelerse siviller üzerine ölüm boşaltmıştı...
Clinton’un başkanlık döneminde Monica Lewinsky skandalından sonra yaşadığı en hazin fiyaskoydu o operasyon...
Fiyasko büyüyerek devam etti; çünkü kim akıl verdiyse, Clinton uzaktan atılan füzelerle sonuç alınabildiği kanaatine sahip olmuştu. Aynı yılın (1998) sonunda bu defa Irak hedef seçildi. Saddam Hüseyin’in kimyasal silâh ürettiği ve BM denetçilerine kapılarını kapalı tuttuğu gerekçesiyle...
Tahmin ediyorum, o saldırılar sonrasında meydana gelen Amerikan-karşıtı havada sizler de protesto gösterilerine katıldığınız için olayları gayet iyi hatırlamışsınızdır. Tarihin en büyük Amerika karşıtı gösterileri o dönemde görüldü İslâm Dünyası’nda...
Şimdi sıra Obama’da...
“Füzeleri gönderin” emrini verebilirse, Amerika’nın Körfez’deki 6. Filosu’ndan seçilmiş hedeflere gönderilecek füzeler güya Beşşar Esad’ı cezalandıracak... Baas Partisi’nin ‘aldatmaca’da ne kadar mâhir olduğunu bu vesileyle öğreneceklerine iddiaya girebilirim. Füzelere hedef olarak verilecek koordinatlarda Baasçı tek bir kişi veya asker olmayacak, ama bol miktarda masum insan hayatını kaybedebilecek...
Baas kurmayları bunu sağlayacak insan hareketini çoktan gerçekleştirmiştir...
Günün sonunda, bölgede Amerikan-karşıtlığı biraz daha artacak, Amerika ile birlikte hareket eden rejimlere kendi halklarının bakışı radikal biçimde değişecektir...
‘Komplocu’ bir zihniniz varsa, bu durumdan kendinize pek çok senaryo çıkartabilirsiniz...
Ne oyunlar, ne oyunlar...
Esas soruyu en başta sordum: Neden yanlış yapanları cezalandıracak kendimize özel bir mekanizmamız yok?