Çoğulculuk ve katılımcılık yolunda iyileşme emaresi göstermeyen Arap ülkelerinde, değişimin önderi olması beklenenlerin başaramadığını, bir bakmışsınız, futbol câmiası başarmış... Bunun işaretleri alınıyor çünkü.
James Dorseyyıllar önce Türkiye’de Wall Street Journal gazetesini temsil ederdi. Arkadaşım saydığım yabancı gazetecilerdendir. Şimdilerde Singapur’a yerleşti ve ilgisini neredeyse tek bir konuya yoğunlaştırdı: Arap dünyasında futbol... Onun yazılarısayesinde neler öğreniyorum neler...
Geleneksel olarak ‘futbol’ rejimlerin kanatları altında Arap dünyasında. Futbol takımları ya kraliyet ailesinden birinin, ya da rejimin öndegelen bir isminin yönetimi altında. Futbol federasyonları da öyle. Halkın futbola gösterdiği ilgi rejimleri buna zorluyor.
Suudi Arabistan sözgelimi. Futbol Federasyonu başkanlığı, ismi önünde ‘prens’ unvanı bulunan Nawaf bin Feisal’a emanet edilmişti. Suudi Arabistan milli takımı 2014 dünya kupası elemelerinde Avustralya’ya yenilince hiç beklenmeyen bir gelişme yaşandı: Futbol camiası Prens Nawaf’ı istifaya zorladı, yerine hiçbir asalet unvanı bulunmayan eski bir futbolcunun gelmesini sağladı.
“Eskiden olsa” diyor James Dorsey, “Ya teknik direktör kovulur veya Saddam ile Kaddafi gibilerin yöntemi uygulanarak futbolcular feci biçimde cezalandırılırdı.”
Devir artık o devir değil. Dünya kupasından elenen, FIFA sıralamasında 126. sıraya düşen Suudi Arabistan’da Prens Nawaf Olimpiyat Komitesi başkanlığını koruyor, ama Futbol Federasyonu başkanlığından istifa etmek zorunda kaldı.
Siyasi yorumcuları çok sevindirdiği anlaşılan bir gelişme bu. Arab News adlı Suud gazetesinin köşe yazarı Mohammed AlSaif’i meselâ: “Seçme özgürlüğü, eşitlik, insan hakları, rasyonel düşünce, demokrasi, seçim gibi sözcükler bizde endişe ve kuşkuya sebep olur. Dış dünyadan toplumumuza sokulmak istenen yabancı görüşler muamelesi yapılır o sözcüklere. Ancak geçen hafta spor alanında pek alışılmamış müthiş bir olay yaşandı; Suudi Arabistan Futbol Federasyonu genel kurul üyeleri oylama yapıp halktan birini başkan seçti.”
Yeni seçilen başkan Saeed AlHarbi vaktiyle Cidde’nin Al-Ahli takımında kaleciydi. Yazar AlSaif, “Ülkemiz tarihinde ilk kez bir kamu makamı seçimle el değiştirdi ve rakiplerin tartışması televizyonlardan naklen verildi” diye de yazdı.
Girişte, “Değişimin önderi olması gerekenlerin beceremediğini yoksa futbol camiası mı başaracak?” diye sormamın sebebi bu.
Futbol alanından bir başka haber de Suriye’den: Kuveyt’te yapılan karşılaşmada, Suriye, Irak’ı 1-0 yenerek Batı Asya Futbol Şampiyonasını kazanmış... Tabii Beşşar Esad rejimi bunu başka bir cephede muhaliflere karşı alınan bir zafer olarak sunmayı ihmal etmemiş...
“Doğru” diyor James Dorsey, “2007 yılında Irak kupayı kazandığında bunun siyasi bir anlamı vardı; ancak Suriye milli takımı yalnız rejim yanlılarından oluşmuyor ki... Yarısı öyleyse, yarısı da muhalif. 2007’de Irak’ı başarıya ulaştıran kader maçında Suudi Arabistan’a atılan gol sembolikti: Bir Kürt oyuncu gollük pası bir Sünni oyuncuya atmış, takımın Şii kalecisi de karşı takımın forvetlerine gol attırmamıştı. Tam bir ortak gayret sonucuydu galibiyet.”
Suriye rejiminin futbolu emanet ettiği kişilerden biri Beşşar’ın kuzeni Fawwaz Esad. Lazkiye’deki Tişrin kulübünün başkanı Fawwaz’ın maçlara gelişi de, kendisine ayrılan locaya oturuşu da hadise oluyor...
Maçlardan önce hakemlerle konuşmayı ihmal etmezmiş Fawwaz. Bir defasında, Tişrin takımının Huttin ile yaptığı maçta, hakem, kalkan bayrağa uyarak ofsayt kararı verecekken belindeki silâhı çekip iki el havaya ateş etmiş Fawwaz; hakem ne yapsın, santrayı göstermiş... Fawwaz bu defa da sevinçten şarjörü havaya boşaltmış...
Arap dünyasında taşlar yerinden oynamaya başladı. Değişmez sanılan ülkelerde bile farklı uygulamalar var. Suudi prensin yerini bir eski kaleciye bırakması ne demek... Fawwaz gibiler de Suriye’de kalmaz yarın...