Başkanlık sistemini tartışırken Fransız modelinden ve General De Gaulle’den bahsetmesek bence tartışma eksik kalır. De Gaulle İkinci Dünya Savaşı’nda Alman işgaline uğrayan Fransa’nın direniş liderliğini yapan kişi. Bir nevi “Fransızların Atatürk’ü”. Amerikalıların yardımıyla işgal sona erdikten sonra hükümet başkanı...
General ilginç bir adam. 1946’da kurulan Dördüncü Cumhuriyet Anayasası devlet başkanına yeterince yetki vermiyor diye görevinden istifa ediyor ve 12 yıl boyunca taşrada inziva hayatı yaşıyor. Cezayir meselesinin en kırılgan döneminde göreve çağırıyorlar generali. “Bu işi çözse çözse o çözer” diyerek. Tutumu yine değişmiyor ve “geniş yetki” talep ediyor. Bu sefer tamam diyorlar, çaresiz. General derhal yeni bir anayasa hazırlatarak halkın oyuna sunuyor. Devlet Başkanı’na geniş yetkiler tanıyan yeni anayasayla birlikte Fransa’nın “Beşinci Cumhuriyet” dönemi başlamış oluyor.
De Gaulle geniş yetkiler kuşanarak Beşinci Cumhuriyet’in ilk devlet başkanı olarak koltuğuna oturur oturmaz kucağındaki Cezayir sorununa el atıyor. Kendisini özellikle “askeri çözüm” taraftarı kesimler göreve çağırmış olmasına ve milliyetçi tabanın oylarıyla iktidara gelmiş olmasına rağmen De Gaulle Cezayir’in bağımsızlığını tanıyarak sorunu çözüyor!
“Cezayirlilere ait bir Cezayir’in Fransızlara ait bir Cezayir’den çok daha iyi olduğu” görüşündedir. Çünkü “Cezayir Fransız olursa onlara Fransızlarla aynı hayat standartlarını sağlamak gerekir. Bu ise maddeten imkânsızdır. Ama ayrılırlarsa çok daha düşük bir yaşam kalitesi ile dahi mutlu olacaklardır. En azından bundan ötürü Fransa’yı suçlayamayacaklardır. Kendi kendilerini yönetmenin verdiği asil duyguların tatmini ile avunacaklardır” diye düşünmektedir.
General’e göre “Cezayir’in sosyal ve ekonomik kalkınması inanılmaz bir kaynak tüketimi getirmekte ve Fransa için bir zenginlik değil, fakirleşme ve kendi kalkınmasını yavaşlatma nedeni olmaktadır”. Onun için Cezayir’den çekilme formülü için “Bu aslında bizim için iyi onlar için kötü olacak” der.
(İnternette isimsiz bir kahramanın Türk okuryazarlarına cemilesi olarak yayın yapan ozetkitap.com sitesinde De Gaulle’ün en yakınındaki kişilerden Alain Peyrefitte’in1959-1969 yılları arasında General’in özel sohbetlerinde tuttuğu notlara dayanarak yazdığı kitabın geniş bir özeti var. Alıntılar oradan.)
De Gaulle aynı zamanda iflah olmaz bir “Anti Amerikan”dır. Daha doğrusu Anglo-Sakson düşmanı. İngiltere’nin AB üyelik başvurusunu iki kere veto etmiştir. “İngiltere Amerika’nın bir uydusudur. Avrupa Birliği’ne şayet girerse orada da Amerikalıların Truva atı görevini yapacak ve Avrupa hiçbir zaman bağımsız kalamayacaktır” diyerek bu tavrını savunur.
Avrupa Birliği’ne ilişkin henüz1960’da dile getirdiği diğer görüşleri de ilginç: “Hollanda Dışişleri Bakanı Luns Avrupa Birliği’ni Anglo Saksonların bir truva atı olsun diye, Belçika Dışişleri Bakanı Spaak Belçika’nın iç sorunlarını dıştan saracak ve zaptedecek bir kelepçe olsun diye, Adenauer ise Batı Almanya’yı AB’ye sokup Doğu Almanya’yı dışarıda bırakarak Almanya’nın birleşmesini engellemek için istiyor. Hepsi küçük hesaplar peşinde. Ne Belçika’nın bir gün patlamasına, ne de iki Almanya’nın bir gün birleşmesine kimse engel olamaz. Ben ise Avrupa Birliği’ni Avrupalı olsun diye, yani Avrupa Amerikalı olmasın diye istiyorum.”
General Charles de Gaulle’ün görevden ayrılması da göreve gelişi gibi oldu. 1969’da senatonun yetkilerini azaltıp yerel meclislerin yetkilerini artıran anayasa değişikliği referandumda reddedilince devlet başkanlığından istifa etti.
***
Başka ilginç özelliklerinin yanında “Beşinci Cumhuriyetin en Amerikancı Başkanı” olarak da tarihe geçen Sarkozy aslında de Gaulle’cü partinin mensubu. Nereden nereye, değil mi?