İsyanlar çağını dünyanın en gelişmiş ülkenin şehirlerinde yaşıyoruz bu defa. Nanterre şehrinde dur emrine uymayan Nahel adlı genç, polisin ateş etmesiyle hayatını kaybetti. Kuzey Afrika kökenli olan Nahel, daha 17 yaşında bir ergen gençti. Lüks arabasıyla varoşta tur atınca dikkat çekiyor. Elbette lüks araba, varoş ve gençler bir araya gelince şaşkınlık ve olası suç durumunu doğruyor! Kimin gözünde? Fransız iktidarının gözünde. (Fransız egemen panipticonu. Kavramı yine bir Fransız teorisyen olan M. Foucault kullanıyor).
Fransa, epeydir isyan hareketlerin ülkesi. 2000 yılında, varoşlardaki Müslüman gençler isyan etti. Arabaları yaktılar, sokağı ateşe verdiler. Öfkeli varoşun isyanıydı. Sonra 2008 yılında düzene tamamen karşı olan ve anarşist diyebileceğimiz gruplar isyan etti. Daha sonra Sarı Yeleklilerin isyanı çıktı. Bütün bu isyanlar elbette tesadüfi değil. Varoşlar, düzenin adaletsizliği, ekonomik ve katılım eşitsizliği önem taşıyor. Fakat son isyan epeyce farklı bir gerçekliği anlatıyor.
Son isyan varoş, Müslümanlık, Kuzey Afrika sömürgecilik tarihinin bugüne uzanan kalıntılarının bileşkesinden oluşuyor. Varoşları Paris'te görmüştüm. Siyahların, fakirlerin ve Müslümanların mahkûm edildiği açık cezaevleri. Umutsuzluğun ve kızgınlığın kol kola gezdiği mekânlar. İşsizlik, yoksulluk ve dışlanma en fazla burada hissediliyor. Fransa'da yaşayan Türk Sosyolog Ali Akay'ın dediği gibi varoşta iki temel duygu öne çıkıyor: Hızlı zenginleşme ve savaş. Kronik hale gelen yoksunluğu, yoksulluğu ve dışlanmayı hızla zenginleşerek aşabileceğine inanıyorlar. Bu nedenle hızlı, tehlikeli ve yasal olmayan tutumlara yöneliyorlar. Kaçakçılık, mafya, kokain gibi yasal olmayan maddelerin ticareti yollarına başvuruyorlar. Hızlı yaşamak ve hızlıca bu ortamdan kurtulmak tutkusu. Bu tutku en fazla gençlerde zuhur ediyor. Nitekim katledilen Nahel de 17 yaşındaydı. O da lüks ve hızlı araba kullanıyordu. Müslüman ve sömürgecilik kültürünün mirasından geliyordu.
Varoş, iki algılamayla öne çıkıyor. Egemenler için işe yaramazların, Fransız olmayanların, tehlikeli olanların, suçluların yaşadığı bir toplumsal dünya. Toplumun genel yapısını bunlardan korumak gerekir. Kendi mahallelerinde nasıl yaşarlarsa yaşasınlar. Yeter ki Fransız düzeninin öngördüğü ideallere, genel toplum düzenine, siyasete zarar vermesinler. Varoştakiler ise bu efendilik algısı karşında kendilerini dışlanan, adam yerine konulmayan, köleleştirilen kişiler olarak görüyorlar. Bu "efendi-köle" diyalektiğinin kısır döngüsünden çıkmak istiyorlar. Bunun yolu da ya hızla zenginleşme ya da isyan etmek. Aslında zenginleşme yolu da bir tür isyandır. Daha "beyaz bir isyan". Savaş açanlar ise doğrudan sokağı ateşe veriyorlar. Kızgın gençlerin öncülüğünde yapılıyor bunlar. Nitekim tutuklanan binlerce insanların yaş ortalaması 17.
Fransız aşırı sağı ve islamfobia ise başka önemli iki dinamizm. İsyanların arkasındaki en önemli motivasyonlar. Varoş kadar etkili olan iki önemli dinamizm. Siyasal düzen, egemen elitler ve medya ağı, aşırı milliyetçilik ve islamfobia ile hareket ediyor. Dolayısıyla Müslümanları ve göçmenleri tehdit olarak görüyorlar. Bu grupların Fransız milli ve saf idesini (ruhunu) bozacaklarını düşünüyorlar.
Fransa artık bizim için bir rüya değil! Modernleşmemizin ilham aldığı "çağdaş medeniyet" rüyası tamamen sona eriyor. Çünkü farklılığı, Müslümanlığı, yoksulluğu, siyahlığı "barbar" gören ve bu özellikleri taşıdığına inandıkları kesimleri varoşlarda "sosyal ölüme" mahkûm ediyor. Rüyadan kâbusa... Fransız muhayyilesi buraya doğru gidiyor. İsyan da bu kâbusa karşı umutsuz kitlelerin direnişi.