Altın Palmiye ödüllü ve Oscar adayı Sınıf filminin Fransız yönetmeni Laurent Cantet, 51. Uluslararası Antalya Film Festivali’nin de konuğuydu. Cantet ile Türk ve dünya sineması üzerine konuştuk.
Türk sinemasının başarısı sadece yurt dışında aldığımız ödüllerle ölçülemez. Filmlerimizin, yönetmenlerimizin yabancı sinema otoritelerini de nasıl etkilediği veya etkilediler mi soruları da önemli. Cannes Film Festivali’nde ödülle dönmüş Fransız yönetmen Laurent Cantet, Altın Portakal’da karşımıza çıkınca onunla bu sorulara yanıt aradık. 53 yaşındaki Fransız Yönetmen, 2008 yılında çektiği ilk uzun metrajlı filmi Sınıf/ Entre les murs ile 61. Cannes Film Festivali’nda filmiyle büyük ödül olan Altın Palmiye’yi kazanmış ve Oscar’a aday olmuştu. Cantet, Fransa’da farklı insanları bir arada tutma korkusu yaşandığını ve filmlerinde bu korkuyu aşmanın yolunun ‘insan sevgisi’ olduğunu anlattığını söylüyor.
-Sınıf filminde farklı sosyal sınıf ve ideolojilerden öğrenciler bir bütünlük oluşturması, günümüzde de geçerli bir bakış açısı mıdır?
Günümüzde daha zor aslında böyle farklı ideolojilerle birlikte yaşayabilmek. Fransa’da farklı görüşteki insanları bir arada tutmaya çalışan bir sistem var. Farklı dini gruplar arasındaki tansiyonun yükselmesi, farklı görüşteki insanların aynı noktada buluşamaması günümüzde artık çok görülen bir şey. Fransa’nın şehirlerinde, kasabalarında, banliyölerinde de görülen bir şey. Farklı görüşlere sahip, farklı dinsel görüşteki insanların bir arada yaşaması ne kadar zor olsa da sonuçta şöyle bir şey var, hepimiz insanız. Sınıf filmi de İthaka’ya Dönüş filmi de insanın önemli olduğunu söylüyordu. Dostluğun bütün bu anlaşmazlığın kesin çözümü olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden de filmimde dostluğu yansıttım çünkü her şeyden önce insan diyorum.
NASIL BAŞ EDECEĞİMİZİ BİLMİYORUZ
-Foxfire filmi Kanada’da çekildi fakat ABD’de geçen bir dönem filmi. İki kere Havana’da film çektiniz. Bir sinemacı için kendi coğrafyası dışında, kendi kültürüne ait olmayan bir yerde film çekmek avantaj mıdır, dezavantajı da var mı?
Başka yerleri görmek ilgimi çekiyor. Yeni yerleri gezip görmek merakımı kamçılıyor. Evrensel güzellikleri yansıtabilmem için gezip görmem lazım. O yüzden başka yerlere gitmek benim için önemli. Küba’da yaşanan problemleri çok iyi anlıyorum çünkü benim de kendi ülkemde yaşadığım problemlere benziyor. Günümüzdeki politik durum ve küreselleşmenin getirdiği sıkıntılar bütün dünyada benzer şeylerin yaşanmasına neden oluyor. İdeolojiler yok oldu.
“Filmimdeki jenerasyon eskiden var olan düşüncelerin günümüzde işlemediğini görüp değiştirmek istiyor.”
Korkunun bizi nereye götüreceğini bilmiyoruz. Kübalılar için bu korku daha güçlü. Zaten hep bu korkunun içinde yaşadıkları, devrim gören bir millet oldukları için şu anda daha hızlı değişen bir ülke konumundalar. Ama bizim ülkemize gelince, biz var olan korkuyla nasıl baş edeceğimizi bilmiyoruz. Dolayısıyla onları incelemek, görmek film için çok önemliydi.
-İdeolojilerin çöktüğünü söylüyoruz ama gerçekte çöken komünizm. Sinema ya da edebiyat, ‘Komünizmin zenginliklerin değil fakirliğin paylaşılması olduğunu’ yeterince anlatabildi mi? Yoksa çekilen filmler insanların kafasında gerçekte olmayan bir imaj mı oluşturdu?
Bütün filmlerin antikomünist bir zihniyetle çekildiğini sanmıyorum, benim filmim de antikomünist bir film değil. Benim filmim daha çok sistemde yaşanan zorlukları anlatıyor. Filmim sadece komünizmi anlatmıyor, komünizmin getirdiği zorluklarla insanların nasıl mücadele edebildiğini anlatıyor. Yozlaşma, yolsuzluk, rüşvet nasıl oldu, bununla nasıl baş ediyorlar onu anlatmaya çalıştım. Artık bütün dünyada özellikle Amerika’da, Küba’da sistem işlemiyor. Benim filmimdeki jenerasyon artık bir şeylerin değişmesi gerektiğini, eskiden var olan düşüncenin artık günümüzde işlemediğini görüyor, bunu değiştirmek istiyor ama başaramıyorlar.
Nuri Bilge Ceylan’ı izliyorum
-En azından Nuri Bilge Ceylan üzerinden Türk sineması hakkında bir fikriniz vardır. Türk sinemasını nasıl görüyorsunuz?
Nuri Bilge Ceylan’ın filmleri bana hitap eden, dokunan filmler. Ben filmin hangi ülkeden geldiğine bakmıyorum, yönetmenin yaptığı işe bakıyorum. Dünyadaki var oluşumuz üzerine ve çok güçlü bir anlatımla filmler yapıyor Nuri Bilge Ceylan. Sinema her zaman en büyük şeyleri anlatmak değildir, bazen daha derin, daha detaylı inceleyerek var olanlar anlatılabilir. Onun filmlerinde sadece görselllerle uzun uzun yayarak çok güzel hikayeler anlatılabildiğini görüyoruz.