Pazar gecesi François Hollande’ın Fransa’nın yeni Cumhurbaşkanı olarak seçildiğini öğrendik; Sarkozy’den sonra doğrusu çok geniş kesimleri birçok açıdan rahatlatacak bir seçim sonucu.
Ancak, Hollande’ı çok zor günler bekliyor; beş senesi çok kolay geçmeyecek.
Fransa’da büyümeye ne zaman geçileceği hala belirsizliğini koruyor, kamu maliyesi dengeleri de çok parlak değil.
Üstelik tüm bu olumsuzluklar işlerin hiç de iyi gitmediği bir Avrupa içinde yaşanıyor.
Irkçı milli cephenin de, yüzde yirmiye yaklaşan oy oranı ile, Hollande’ın politikalarını, tercihlerini nasıl etkileyeceği belli değil.
Sarkozy’nin başarısızlığından sonra malum koşullar nedeniyle Hollande’ın da başarılı olamaması 2017 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Marine Le Pen’in yolunu açabileceği alçak sesle de olsa konuşuluyor.
Yakından izlediğim Fransa seçimlerinde yeni Cumhurbaşkanı Hollande’ın da krize karşı heyecan verici bir şey söyleyememiş olması endişeleri daha da arttırıyor.
Avrupa’da kamu maliyesi dengelerini daha da bozmadan büyümeye geçmenin sihirli formülü bulunamaz ise önümüzdeki beş sene içinde Avrupa’da neler olabileceğini kestirmek kolay değil.
Unutmayalım, İspanya’da her dört kişiden biri işsiz iken, bu oran gençler arasında yüzde elliyi de geçiyor; Yunanistan seçimlerinin kilitlenmeye gitmesi de iyi sinyal değil.
Dünya üretiminin yaklaşık yüzde yirmisini gerçekleştiren Avrupa’nın bu krizden bir an önce çıkmasında herkesin çıkarı var.
Gelelim François Hollande’ın seçilmesinin Türkiye’yi nasıl etkileyeceği meselesine.
Muhtemelen Hollande, Sarkozy’nin irrasyonel politikalarını geride bırakacak ve Türkiye’ye yaklaşım yine 2003-2006 dönemine dönecek.
Hollande herhalde müzakere dosyalarını anlamsız nedenlerden bloke etme politikasından vazgeçecek ama Türkiye’nin önüne bu kez somut ama anlamlı taleplerle gelecek.
Sarkozy Türkiye’nin AB üyeliğini Türkiye vatandaşlarının büyük çoğunluğunun dini, Anadolu’nun coğrafi yapısı ile ilişkilendirdiği zaman bizim gibi AB tam üyeliğinin önemini her zaman savunmuş insanlar da bu tür ilişkiler kurulmasını çok anlamsız görüyorlardı.
Bugünden sonra muhtemelen Türkiye’nin önüne vatandaşların dini aidiyetleri nedeniyle değil ama Kenan Evren anayasası ile yönetilen bir ülkenin AB’ye üye olamayacağı konusu, sivil-asker ilişkilerinin çarpık yapısı, siyasi partiler kanunu, seçim kanunu, ifade özgürlüğü, işçi güvenliği gibi konular yeniden yapıcı bir anlayışla gelebilecek.
Darbe anayasasıyla AB’ye üye olunamaz dendiğinde ise şayet yöneticilerimiz “yabancılar içişlerimize karışmasınlar” derler ise, biz AB taleplerini Türkiye’de, Sarkozy döneminde yapamadığımız kadar yüksek sesle dile getirmeye yeniden başlayacağız.
Bir AB yöneticisi Türkiye’de demokrasiyi, hukuk devletini Türkiye yöneticilerinden daha fazla savunmaya başlar ve anlamlı hedefler ve süreler koyarsa, bizlerin de daha geri pozisyon alan kendi yöneticilerimizi destekleme gibi bir misyonumuz olmamalı..
Hollande, insan hakları meselesini, azınlık hakları meselesini Türkiye’de daha yüksek sesle dillendirdiği ve inandırıcı olduğu ölçüde bizleri yanında bulacaktır.
Benzer taleplerin 2003-2006 arasında ülkemiz Türkiye’yi dört senede bambaşka bir görünüme kavuşturduğunu unutmayalım.
Umarım François Hollande siyaseten içeride ırkçı Marine Le Pen’in, Avrupa’da da benzer çizgilerin kurbanı olmaz.
Ekonomide işi zaten çok zor.
twitter.com/KarakasEser