Medyada kendileri gibi olmayana, kendi ezberlerini tekrarlamayana yafta yapıştırmayı alışkanlık haline getiren bir kesim var. Bunlar, genel ifadeyle “Eski Türkiye”nin elitleridir. Kemalist, askerci, tek tipçi ve siyasi tercihleri itibariyle de her dönem CHP’lidirler.
Yaptıkları gazeteler istisnasız CHP basın bürosu gibi çalışır. Gazeteciliği de bu kriter üzerinden tanımlarlar. Gazeteleri kendi yaptıkları gibi yapmayanlara “irticacı”, “yobaz”, “gerici” vs derlerdi. Bu sıfatları devam ettirmek imkansızlaşınca da “yandaş” demeye başladılar. Niye yandaş? Bildikleri tek ilişki biçimi budur da ondan! Gazete dediğin siyaseten CHP’nin her zaman da askerin yandaşı olmalıdır. Bu kuralın dışında kalanlar gazeteci olamayacağına göre ancak başkalarının yandaşıdırlar. Başka türlü bir ilişki biçimi bilmedikleri için meydanın demokratikleşmesi, çok sesli hale gelmesi ve bir kesimin değil ülkenin topyekün özgürleşmesini tahayyül edemezler. Etseler de bundan hazzetmezler.
Medyadaki bütün “çatışma” manzarasının temelinde bu gerçek vardır, gerisi maskelerden ibarettir.
Yeni ve demokrat gazeteciler, değişmesi en zor olan sektörde “eski hastalık”ları tedavi ederek arınma sağlıyor. Rekabet geliyor; böyle olunca da rekabetsiz yılların aktörleri huysuzlanıyor. Çirkefleşiyor ve saldırganlaşıyor.
Hem de ne çirkefleşme... Dikkatli bakın, bir ara demokrat, anti-ergenekon ve anti-andıç görüntü veren; bir aralar yayınladıkları belgelere falan bakınca Yeni Türkiye’nin safında yer tutuyor görünen medya da son düzlükte aynı tavırlara ve aynı dile duçar olmuş durumdadır.
Malum, sınıfsal hastalıklar...
Peki, biraz kazıyınca; iki ayrı uçta gibi görünen medyanın aslında birbirinden pek de farklı olmadığını görmek şaşırtıcı mı? Dışarıdan bakılınca belki ama aynı meslek insanları için kesinlikle değil. Zira, yöntemleri farklı olsa da, çatışıyor görenseler de aslında “hobi”leri ve “fobi”leri aynıdır. Dün de bugün de...
Nitekim, bugünkü medya manzarası; müşterek konular, müşterek nefret, müşterek dil o genetik yakınlığı fazlasıyla ele veriyor.
Sırası gelince bir silah gibi kullanılan “gazetecilik”, sırası gelmeyince kolaylıkla görmezden gelinebiliyor.
Bakın nasıl...
Geçtiğimiz günlerde Basın Konseyi Heyeti Hatay’a giderek incelemelerde bulundu. Daha ilk andan itibaren bu ziyaretin objektif olamayacağı belliydi ama işin içinde “basın” etiketi olunca kim ne diyebilir ki!
Neyse ki, heyet beklenen “yandaş”lığı sergilemekte gecikmedi. Fotomontaj olduğu adeta bağıran bir resmi direnişçilere silah yardımı yapıldığı iddiasının delili olarak ilan ettiler. Ardından, heyetteki bazı gazeteciler “Dehşete düştük, hayatta böyle şey görmedik” dediler. Sıradan isimler değil... Her biri ülkenin önde gelen gazetelerinin yöneticileri... Hergün gazete yapıyorlar, köşe yazıyorlar, düşünün!
Ama daha düşündürücü bir başka gerçek yaşandı.
Star’la birlikte bir-iki gazete ve olayın hesabını sorarak istifa eden Basın Konseyi üyesi TV8 yöneticisi Gökmen Karadağ ve Genel Sekreter Hasan Sınar dışında kimse bu çarpıtmanın üzerine gitmedi. “Basın... Ahlak... İlke... Vicdan” diyerek kendilerine paye üretmeye çalışanlar fotomontajı görmezden geldiler.
Muhtemelen, fayda-maliyet analizi yaparak; kime yarayacağını düşünerek hadiseyle ilgilenmediler bile... Ve muhtemelen bunu son dönemdeki ilgileriyle çeliştiği için yaptılar.
Kim medyanın son hallerini anlamak istiyorsa, fotomontajcıyla onu görmezden gelen medyanın genetik benzerliğini anlasın önce. Anlasın da “Bu adamlar iyiydi. Ne oldu birdenbire” diye şaşırmasın.