Dünyayı, verdikleri yapıtlarla daha yaşanır bir yer yapan, birçoğu ikonlaşmış sanatçıların portreleri bir yanda gezegen üzerindeki hayatı söndürmek üzere olan zihniyet ve felaketin manzaraları diğer yanda... Pera Müzesi’nde 25 Ocak’ta açılan Nickolas Muray’in portre ve moda fotoğraflarından oluşan sergi 20. yüzyıldan güzel anları ve anıları günümüze taşıyor. Fotoğraf alanında önemli bir ödül olan Prix Pictet’in 12 finalistinin yapıtlarından oluşan “Güç” temalı sergi ise İstanbul Modern’de dün açıldı.
Yahudi olduğu için Macaristan’da ayrımcılığa uğrayınca ABD’ye göç eden ve asıl adı Mandl’ı Ellis Adası’ndaki kayıtlarda bırakan Muray’in ülkemizdeki ilk sergisinin küratörlüğünü sanat tarihçi Salomon Grimberg üstlendi. George Eastman House arşivinden sağlanan fotoğraflardan oluşan ve retrospektif bir nitelik taşıyan sergi 21 Nisan’a dek gezilebilir.
Muray’ın sanatının 50 yılından bir seçme yapan sergide empresyonist resmin en büyük ustası Claude Monet’den beyzbol efsanesi Babe Ruth’a dek 20. yüzyılın ilk yarısının birçok ikonunun fotoğrafı yer alıyor. Sessiz sinemanın starları Clara Bow ve Lilian Gish’in mahçup pozları, bütün dönemlerin en ünlü yıldızlarından Gloria Swanson ve Greta Garbo; bir karede plajda Joan Crawford ile sırt sırta veren, bir diğerinde film setinde Mary Pickford’ın koluna giren Douglas Fairbanks; bütün ışıltılarıyla Marlene Dietrich, Carole Lombard, Liz Taylor, Marilyn Monroe; aralarında efsanevi Martha Graham’in de bulunduğu dansçılar... Ve tabii 1931 - 41 yılları arasında kesintili bir ilişki yaşadığı Frida Kahlo’nun portreleri.
***
28 Nisan’a dek açık kalacak olan Prix Pictet sergisinin amacı ise özellikle çevre sorunlarına odaklı bir bilinçlendirme şeklinde özetlenebilir. Ödülün sahibi olan Luc Delahaye Bosna’da bir toplu mezardan deprem sonrası Haiti’ye dek dünyanın sancılı yerlerine gidip sıradan insanların mücadelesini, paylaşılan ortak kaderi görüntülüyor. Kendi sözleriyle ironik bir tonu var fotoğraflarının.
Daniel Beltra’nın BP platformunda 11 işçinin ölümüne yol açan kazanın ardından mavi denize yayılan petrolü grotesk tablolara benzetmesi; Robert Adams’ın ABD’deki ormancılık politikalarının ormansızlaşmaya yol açabileceği kaygısıyla çektiği fotoğraflardaki kesik gövdeleri şiddet ve nihilizmle ilişkilendirmesi; Mohamed Bourouissa’nın büyüdüğü Fransız banliyölerindeki gerilimi klasik ressamlara göndermeler yaptığı film planlarına dönüştürmesi; Philippe Chancel’in tsunaminin yol açtığı nükleer felaketten sonra Japonya kıyılarının sürreel haline dair kareleri; Carl De Keyzer’in iklim değişimi yüzünden deniz seviyesi yükselince su altında kalabilecek Avrupa kıyılarının çaresizliğini vurgulayan peyzajları; Rena Effendi’nin Çernobil felaketi sonrası hala daha radyasyonla kirlenmiş bölgede yaşayan 2. Dünya Savaşı’nı bile atlatmış, bu koşullara da direnen yaşlı kadınların evlerinden natürmortları; Guy Tillim’in sömürgecilerden Lumumba’ya ve Kabila’ya dek Kongo’da iktidarda bulunanların izlerini sürdüğü imgeler sergiyi kaçırılmaz kılıyor.
Edmund Clark ise girmeyi başardığı kampta askeri sansür altında “Guantanamo’da güç ve kontrolün mekanları ve nesneleri”ni görüntüledi. Bugüne dek sadece altısının askeri mahkemelerce mahkum edildiği 779 tutuklunun nelere maruz kaldığını hayal edebildiğimiz boş hücreler, zincirler, yemek yemeyi reddederlerse tüple zorla beslendikleri sandalyeler Clark’in “teröre karşı küresel savaş”ı protestosu...