İyi oynuyor-kötü oynuyor diye hiç birini ayırt etmeden, şunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz ki; takımın tamamı F.Bahçe’nin benliğini/iddiasını/gücünü herkese göstermek için, yemin etmiş gibi maça başladı...
Taraftarın sevgisini ve güvenini tekrar kazanmak ve geçmiş iki yenilginin acısını çıkarmak adına, (Doping almış olsa bile bu denli yüksek olamayacak kadar) büyük bir enerji patlaması yaşıyordu.
Takımın hırsı, enerjisi, öfkesi taraftarı da daha havaya sokmuştu. Stadda yer yerinden oynuyordu... Bu denli coşku, golü de fazla geciktirmedi. Ayew’in kafasıyla; ödülünü erken aldı.
Son dönemde tepki toplayan Hasan Ali bile, (Gol öncesindeki şahane ortası ve o ana kadar ki genel performansı nedeniyle) bir anda seyircinin sevgilisi haline dönüşmüştü.
***
Mutlu, güzel ve umut veren hava bir süre, aynı canlılıkla sürdü. Ama sonra herşey eskiye dönme emareleri göstermeye başladı. Tempo düşmesi, pas ve top kayıpları; Kayseri’ye direnme ve hatta diklenme şansları sunuyordu.
Anlayacağınız; devre sonuna doğru, F.Bahçe’de yorgunluk iyiden iyiye kendini gösterdi. Başlardaki coşkun hava kayboldu. Kayseri bu boşlukta, Umut Bulut’un ayağından mutlak bir beraberlik şansını kulanamadı. Top, kale direğini yalayıp auta gitti... Bu pozisyon alarm zili-tehlike çanı gibiydi. İkinci yarı başladığında, Kayseri cezayı hemen kesti.
***
Çok değişken maç trafiği, Fenerbahçe’nin tüm oyun dengesini bozmuştu. Bütünlüğü dağıldı. Şok, şaşkınlık ve telaş anları başladı. Fırtına gibi başladığı karşılaşmada, kendisi tsunamiye tutuldu. En yeniler de işe yaramadı.