Firari zihin, eleştiri tutumuyla öne çıkar. Eleştiri ve sorgulama en önemli yakıtıdır. Eleştiri ve sorgulamayı bir yönteme dayanarak yapmaz. Bunun yerine onu mutlaklaştırır. Eleştiri için eleştiri yapar ve sorgulamak için sorgular. Bu nedenle hakikatin evrensel varlığını keşfetmek üzere eleştiri ve sorgulama kullanılan bir yöntem değildir. Eleştiri bilimsel hakikatin keşfinden öte bir strateji olarak işlev görür. Rakiplerini ezmek, yerini güçlendirmek ve konumlanmasını tahkim etmek için yapılır. Firari zihin, katıldığı çevrede tutunmak üzere eleştiriyi yeni konumlanmanın bir stratejisi olarak kullanır.
İslam düşüncesinin ve kendi varoluş tecrübesinin dışına çıkan firari zihin eleştirel tutumunu tamamen dine ve dindarlara yöneltir. Eleştiri bir İslam içi hesaplaşmaya ve hatta kimi zaman da İslam'la hesaplaşmaya varır. İslam'ın tarih içindeki kültürü, açılımları, meşrepleri hesaba çekilir. Hatta bu hesaplaşma peygamber, Allah ve vahye kadar götürülür. Her zaman din, Müslümanlar ve İslam toplumları eleştirilir. Firari zihnin en belirgin özelliklerinden biri budur. İslam'la ve Müslümanlarla savaşır, çatışır, cebelleşir. Müslümanların, dinin ve İslam toplumlarının içinde bulunduğu küresel ilişkiler, Batı düşünce ve modernleşmesinin baskısı, emperyalizm ve sömürgecilik ilişkilerini tamamen görmezlikten gelir. Bunlara ilişkin tek bir eleştirileri yoktur. İki yüzyıldır Batı hegemonyası ve kolonyalizmi altında birçok patoloji çıkıyor. Bunların hiç birisini eleştirmiyorlar. Sisi'nin kırmızı halı ile Berlin'de karşılanması ve darbesine destek verilmesi üzerine bir şey söylemezler. Batı'da mezhepçi ve etnikçi siyasetlerin yükselişi, Türkiye'ye karşı bunların kullanılması konusunda hiçbir sorgulamaya gitmezler. İşleri güçleri dini, tarihlerini, kaynaklarını, usullerini eleştirmenin ötesinde bunları mutlak şüphe altına sokmak. Şüpheyle vurmak!
Peki Müslümanların hiç mi suçu yok?
Elbette var. Ürettikleri ideolojiler, diktatörlükler, saplandıkları kimi doğmalar, fanatizmleri, tembellikler ve eşitsizlikleri... Mehmet Akif, Aliya İzzetbegoviç, Ali Şeriati, Muhammed İkbal, Nurettin Topçu kitaplarında bu konular üzerinde dururlar. Müslümanları eleştirirler ama aynı oranda Batı'yı da sömürgeciliği de eleştiriler. Müslümanlığın yanında dururlar ve toplumlarına sahip çıkmaya, ihya ve ıslah etmeye çalışırlar.
Firari zihin, sorgulamayı Allah'a kadar götürür. Sanırsınız hepsi Nietzsche'nin müridi! Peki aynı tutumu laikçi ve Batıcı kesimlerin yanlışlarına karşı yapıyorlar mı? Hayır! Mesela laikçi kesime "Atatürk'ü fetişist hale getirmeyin" demiyor. Atatürk de bunu istemezdi üstelik. Din gibi temeli mutlaklık olan bir alana karşı sonsuz eleştiride bulunurken, "Kemalizm" gibi bir mumya ideolojisine de yüceltme yapar. Laikçi çevrenin dine karşı dışlayıcı ve damgalayıcı söylemlerine ve uygulamalarına tepki göstermez. Kadın takımının şampiyonu üzerinden muhafazakarları Allah'ın ayetleriyle hizaya çeker. Ancak şampiyon kadınlara "cumhuriyet kadını" etiketiyle dine saldırıda bulunan çevrelere hiçbir şey söylemez.
Eleştiri ve sorgulama, düşünmenin çok önemli ayakları. Entelektüelin varoluşsal temellerinden biri. Elbette bilim adamının da. Fakat firari zihin, varoluşsal entelektüel arayıştan doğan bir sorgulama tarzından uzaktır. Eleştirinin bütünsel, evrensel ve varoluşsal yönlerinden kopuk bir ikirciklik içerisindedir. Batıcılığın sözcülüğüne soyunma tutkusuyla içinde doğduğu ve büyüdüğü düşünce evine nefretle kusar. Onu imar etmek, ihya etmek, yenilemek derdi yoktur. Eleştirisi bunlara katkı sağlamaz. Bunun yerine yıkmaya, yok saymaya, küçümsemeye katkıda bulunur. Firari tip, Abdullah Cevdet'i, Tevfik Fikret'i ve Beşir Fuat'ı yeniden yaşamanın trajedisidir.