Önümüzdeki hafta önemli olacak. Çünkü önümüzdeki hafta, TCMB ve piyasaları düzenleyici ve denetleyici kurumlar üzerindeki baskı artacak. Bunun aslında ekonomik değil, siyasi bir baskı olduğunu hemen belirtelim. Tabii ki bu baskı yalnız ‘yabancı’ ve dışarıdan gelen bir baskı olmayacak, içeriden de bu baskıya eşlik edecek yoğun bir koro ile karşılaşacağız. Bu, birçok açıdan -siyasi ve ekonomik- açıklayıcı bir durum. Çünkü ‘bağımsız’ merkez bankaları ve ‘bağımsız’ düzenleyici devlet kurumları kavramı, özellikle 1980’lerdeki dönüşüme bağlı olarak, 1990’larda da devletin düzenleyici rolüne vurgu yapan küresel finans oligarşisinin ihtiyacından doğmuştur. Buraya geleceğiz ama önce, yukarıda sözünü ettiğimiz ‘baskının’ aktörlerini ve nedenlerini güncel haberlerle anlatalım.
1- Haftanın son günü Alman Deutsche Bank, ‘TCMB faiz yükseltmezse TL’de değer kaybı durmaz’ açıklamasını yaptı. Deutsche Bank’ın açıklaması çok ilginç, Merkez Bankası’nın pes etmesinden falan bahsediyor. TCMB, pes edene kadar, yani politika faizini artırana kadar, TL baskı altında kalmaya devam edecekmiş. Şimdi kullanılan ifadelerden de anlıyoruz ki, ortada bir ‘savaş’ var. Yani pes ettirmeye çalışmak, teslim almak falan... Bunlar açıktan savaş dili.
2- Tabii ki Reuters’ın servis ettiği bir başka haber de şöyle: ABD’li finans devi Citi’nin Orta, Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Afrika (CEEMEA) döviz ve tahvil piyasası bölümü Başkanı Luis Costa “Türkiye şu anda oldukça tehlikeli bir durumda. Muazzam tutarlarda para çıkışları şu ana kadar görmedik. Ancak bu durum ağırlaşabilir de’ diyerek tehlikenin (!) farkında mısınız diye soruyor...
3- Yine Reuters’ın servis ettiği bir başka haber: İsviçreli yatırım şirketi GAM’ın direktörü Paul Mc Namara, ‘TCMB kayda değer bir faiz artışı ile TL’deki kaybı telafi etmezse zararda olan yabancı yatırımcılar bile, zararı kabullenip çıkabilirler’ derken, aslında istediğimiz olmazsa ekonomik rasyonalite aramayın ‘iş’ siyasi demiş oluyor.
4- Financial Times da, hafta içinde, BDDK’nın soruşturmasından Türkiye’deki yabancı yatırımcılar rahatsız haberiyle TCMB’den rahatsız olan ‘yabancıların’ ikinci hedefinin BDDK olduğunu tüm dünyaya duyuruyordu.
Mesele yalnız politika faizi değil...
Tabii bunun dışında ‘içerideki’ koronun da bundan çok daha fazla olduğunu söylemeliyiz. Peki, adeta bir savaş ilanı gibi olan bu saldırının arkasında yalnız TCMB’nin politika faizini bir-iki puan yükseltip yükseltmemesi mi yatıyor sadece, tabii ki hayır, Deutsche Bank’ın belirttiği gibi iş, pes edip etmemek meselesi... Şimdi bütün bu süreçte TCMB, zaten eğer gerçekten bağımsızsa bu faizci ve vurguncu küresel çeteden bağımsız olarak yapması gerekeni yaptı. TCMB, bunların sandığı gibi TL’yi gereksiz bir şekilde korumaya almadı; yalnızca oynaklığı önlemeye çalıştı. Bunun için, hem döviz sattı, hem de parasal ek sıkılaştırmaya (EPS) gitti. Zaten EPS çerçevesinde politika faizinden verdiği fonlamayı keserek bunu en üste çekip yüzde 6’dan fonladı. Bu arada TCMB’nin politika faizine dönüp fonlama yaptığı günler de oldu ve bununla da politika faizinden vazgeçmeyeceğini bunun gerçekçi bir durum olduğunu göstermek istedi. Öte taraftan BDDK’da 8-9 Temmuz’da yapılan ihalelerde -özellikle- ihale sonrası gerçekleşen kurun üstünde gelen döviz talebini hem miktarsal olarak hem de saik ve banka olarak görmek istedi. Çünkü bu tür bir talep yalnız kuru değil, gösterge bileşik faizini de hızla yukarı sürükleyecek bir hamle. Şimdi burada karşımıza üç piyasa çıkıyor. 1) Döviz piyasası 2) TL piyasası 3) Tahvil piyasası... TCMB ihaleleri sonrası sürdürülen ve ihale sonucu piyasanın arzı-talebi ile oluşan denge fiyatını zorlayarak -piyasa dışı- yukarı çekmek isteyenler döviz talebini, tahvilden çıkarak oluşacak ek TL likiditesi ile yapıyorlar. Bu da tahvil arzını artırıyor ve faizleri yukarı çekiyor. Yani ‘birileri’ böylece hem kuru -piyasa dışı olarak- hem de faizi yukarı taşımış oluyor. Şimdi soruyorum; BDDK bunu kimlerin, hangi saikle yaptığını öğrenmesin mi, bu piyasa dışı ve maksatlı değil mi? Yani ‘birileri’ yukarıda sözünü ettiğim üç piyasayı da bozarak kuru ve faizi yukarı taşıyor.
Faiz lobisi yok
Bakın bu öyle basit olarak ‘faiz lobisi’ falan değildir, Başbakan aslında çok temkinli ve diplomatik konuşuyor. Bu, alçakların oligarşisidir. Bu ekonomik bir suç değildir, doğrudan ekonomik güç kullanarak Anayasal düzeni değiştirmek üzere tertip oluşturmaktır. Ve örgütlü hareket etmeye girer; tabii ki, doğrudan seçilmiş hükümeti devirmeye yönelik suçtur.
Şimdi işin tarihsel-güncel boyutuna gelelim. Yani şu Bağımsız Düzenleyici ve Denetleyici Kurumlar savaşına... Seksenli yıllar, devletin ekonomiye merkezi bir müdahale aracı olmaktan çıkarak, stratejik alanlardaki tekel konumunu terk etmeye başladığı yıllardı. Örneğin enerjide devlet, üretim, dağıtım, yatırım fonksiyonlarını devrederken fiyatlamayı da sözüm ona ‘piyasaya’ bırakıyordu. Ama doksanlarda görüldü ki, fiyatları piyasa değil, tekeller, piyasa dışı güçleriyle belirliyor. Böylece düzenleyici kurumların piyasayı, piyasa mantığı ile düzenlemesi öne çıktı. Ama bu, işin meşru -teorik- kandırmacası idi. Özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerdeki bu kurumlar, küresel finans-oligarşisinin doğrudan denetim organı gibi yapılandılar. Merkez Bankalarının ‘bağımsızlığı’ da budur.
28 Şubat sürüyor...
Şimdi Türkiye’deki seçilmiş iktidar diyor ki, TCMB’de, bağımsız düzenleyici ve denetleyici kurumlar da, rekabetçi, adil bir piyasa mekanizması için bu bağlamda ekonomik-finansal istikrar için çalışır. Ülkenin geleceği için, küresel anlamda rekabet edebilir teknoloji-bilgi toplumunu hedefler... Vurguna, faize dayalı bir ekonominin olmaması için bu kurumlar işlevlidir. Örneğin Rekabet Kurumu, tekel ve oligopol anlaşmaları yaparsanız ensenizde olur. BDDK, 8-9 Temmuz’da yaptığınız gibi yaparsanız bunun hesabını sorar.
28 Şubat, bu finansal-ekonomik küresel yapının Türkiye’deki maddi ve ideolojik ayakları bitmeden bitmez. Bunun için önümüzdeki hafta önemli, göreceğiz bakalım, TCMB’yi, BDDK’yı pes ettirecek mi bu küresel çete ve onun içerdeki uzantıları...