2013 yılı değerlendirme talepleri gelmeye başladı. Türkiye’de vizyona giren filmler arasından en iyileri seçmem isteniyor...
Bu listeleri çıkarmakta ne kadar zorlandığımı tahmin edemezsiniz. Bir türlü karar veremiyorum. Seçim yaptıktan sonra da pişman oluyorum. Hele yılın önemli filmleri arasından kaçırdıklarım varsa -ki hep olur!- suçluluk duygusuyla kendi kendimi yiyorum! Woody Allen’ın “Blue Jasmine / Mavi Yasemin”i, Kim Ki-duk’ın “Moebius”u, Afrikalı Amerikalı yönetmen Ryan Coogler’ın ilk uzun metrajlı filmi “Fruitvale Station / Son Durak” bu yılki üç gönül yaram örneğin...
İlginçtir Allen’ın “You Will Meet a Tall Dark Stranger / Uzun Boylu Esmer Yabancı” ve Kim’in Altın Aslan ödüllü “Pieta / Acı” filmleri de ancak 2013’te vizyona girdi ve yılın en iyi filmleri arasında yer alıyorlar, bana göre.
Türkiye’de izlediklerimiz arasında bu yıl bana göre başyapıt denebilecek tek film Benh Zeitlin’in hem Sundance hem Cannes film festivallerini fetheden “Beasts of the Southern Wild / Düşler Diyarı” idi... Başka çok iyi filmler vardı elbette. Pablo Larrain’in gerçek bir olaya ve kişilere dayanan “No”su doğrudan politik sinemanın sağlam bir örneğiydi. Leos Carax’ın “Holy Motors / Kutsal Motorlar”ı hem şahane bir hicivdi hem yaratıcı bir tarz denemesiydi örneğin. Abdellatif Kechiche’in “La Vie d’Adele / Mavi En Sıcak Renktir”i genç bir kadının kendini ve aşkı bulma öyküsünü konvansiyonların ötesinde anlatan cüretkar bir filmdi. “Iron Man 3” ile Shane Black yılın sürprizini yaptı, bence.
***
Auteur sinemasının nitelikli örneklerini izledik. Bernardo Bertolucci hala gençleri anlayabildiğini ve sinemacı olarak genç kalabildiğini gösterdi “Io e te / Ben ve Sen”de. Sally Potter da iki genç kızın dünyasına götürdü bizi “Ginger&Rosa / Bir Hayalimiz Vardı” ile. François Ozon’un “Dans la Maison / Evde”deki lise öğrencisi kahramanı öğretmenine külahını ters giydiriyordu.
Aida Begiç savaş sonrası Saraybosna’da yetimlerin sağ kalma koşullarını “Djeca / Çocuklar”da anlattı. Balkan sinemasından üç önemli ve ödüllü yapım izledik: Danis Tanoviç’in “Epizoda u Zivotu Beraca Zeljeza / Bir Hurdacının Hayatı” (bkz. Cumartesi ekimiz) yine bir savaş sonrası hesaplaşması olan Sırbistan yapımı “Krugovi / Kesişen Hayatlar” ve Romanya’dan Cristian Mungiu’nun “Dupa Dealuri / Tepelerin Ardı”.
Lucas Belvaux’nun “38 Temoins / 38 Tanık”ı, Tom Hooper’ın müzikalden uyarladığı “Les Miserables / Sefiller” ilk sıralarda yer alır benim için. Az sayıdaki belgeselden “More than Honey / Baldan Acı” ekolojik açıdan önem taşıyordu. “Baraka” düzeyine ulaşamasa da “Samsara” bir görsel şölendi.
Canlandırma ve bilimkurgu tutkunu olarak bu yıl elim böğrümde kaldı... Yarım yüzyıllık “Star Trek into Darknes / Bilinmeze Doğru Uzay Yolu” ile avundum. Politik doğrucu bir fikir bulup onu kullanamayan “Elysium” örneğindeki gibi günümüz Hollywood’unda bilimkurgu bol bol efekt kullanımına olanak sağlayan, üç boyutlu gösterime elverişli aksiyon sinemasına malzeme sağlamaktan ibaret... Herkesin pek bayıldığı “Gravity / Yerçekimi” bana bir bilim fuarındaki simülasyon filmi gibi geldi... “Oblivion” idare ederdi...
Bir kısmı devam filmi olan canlandırmalar basbayağı düşkırıklığıydı. Bir zamanlar yeni Hollywood canlandırmalarına egemen olan ruh yerini hafif eğlenceliklere bırakmışa benziyor... “Rise of the Guardians / Efsane Beşli” en iyisiydi sanırım.
Türk sinemasında ise favorilerimi bir çırpıda sayabilirim: Devir, Hayatboyu, Şimdiki Zaman, Zerre, Küf, Yük, Meryem, Özür Dilerim, Saroyanland, Yozgat Blues, Gözümün Nuru, Karnaval, Aziz Ayşe, Eve Dönüş Sarıkamış 1915, Sen Aydınlatırsın Geceyi.
Bu yazı yayınlandığında unuttuklarımı düşünüp saçımı başımı yoluyor olacağım büyük bir ihtimalle!