Dünyanın bütün sürgün, kıyım, katliam, soykırım, etnik temizlik kurbanlarını analım ve “Bir daha asla” dedirten filmlere göz atalım.
Ne çok sürgün, kıyım, katliam, soykırım, etnik temizlik izledik beyazperdede... Ve izlemeye devam edeceğiz... Görülmesi istenmeyeni gösteren, unutturulmaya çalışılanı anımsatan... Belgeseli ayrı kurmacası ayrı... Yakından bildiklerimiz, hiç duymadıklarımız var...
Bu insanlık suçlarının bizzat tanıklarının gözünden aktarıldığı, belgeleriyle ortaya konduğu ya da edebiyatçıların kaleminden süzülüp sonra sinemaya uyarlandığı ne çok film var... Nezahat Gündoğan’ın Dersim’de olanları birebir tanıklarına anlattırdığı Hay Way Zaman daha birkaç hafta önce gösterimdeydi... Fatih Akın da bu hafta vizyona giren Kesik’te 1915 Ermeni ‘tehciri’ni anlatıyor. Bu vesileyle dünyanın bütün sürgün, kıyım, katliam, soykırım, etnik temizlik kurbanlarını analım ve onlara yönelik insanlık suçlarını farklı biçemlerle ele alan ve izleyene “Bir daha asla!” dedirten, sinema sanatını da hakkıyla icra eden filmlere göz atalım dedik...
Sinemada soykırım denince akla önce 2. Dünya Savaşı Yahudi soykırımı, özgün adıyla Shoah ya da Holocaust ve onu ele alan Schindler’in Listesi, Piyanist, Sophie’nin Seçimi misali yıldızların rol aldığı yapımlar gelir. Claude Lanzmann’ın destansı Shoah’sı (İbranice katastrof) hepsinden ötedir. Bu doküdramaya Lanzmann bir tarihi sıkıştırır. Bu korkunç kıyımın ardında yatan iktisadi emelleri, Yahudi mal ve mülklerinin yağmasının sağlayacağı servetin el değiştirme operasyonunu açık eden, Jan Kadar ve Elmar Klos imzalı Ana Caddedeki Dükkan çok önemli bir yapıttır. Ari ırk dışında herkese düşman olan Nazilerin “nihai çözüm” öncesi temerküz kamplarına kapattığı Romanların öyküsünü ünlü yönetmenleri Tony Gatlif Korkoro’da, LGBTT bireylerin trajedisini ise Sean Mathias Kırık adlı filmde anlattı.
AH SREBRENİCA!
Avrupa’nın ortası dehşetten uzak kalamıyor... Yugoslavya’nın bölünmesiyle patlak veren savaşta Bosna etnik temizliğe sahne oldu... Srebrenica toplama kampları ve sistematik tecavüzler dahil zulümlerden zulüm beğendi. Hepsi onlarca belgesele konu oldu. Boşnak kadın yönetmen Jasmila Zbaniç’in Altın Ayı kazanan Grbavica’sı gözyaşlarıyla yerleşti belleğimize.
Kuzey Amerika’dan Uzakdoğu’ya kadar hemen her coğrafyanın kendi trajedisi var. Var ama bu listeye alınabilecek, Amerikan yerlilerine uygulanan soykırımı doğrudan ele alan tek film bile yok. “Kızılderililer”in kötü adamlar olduğu onlarca Western’in varlığına rağmen! Birçok belgesel de bulunuyor ama bırakın belgesel sinema olmalarını akademik düzeyde referans verilecek pek az yapım çıkar aralarından... Arthur Penn ise Hollywood’un önyargı kalıplarını, Cheyennelerin büyüttüğü bir adamın General Custer’ın katliamlarına tanık olunca tercih ettiği kültür üzerinden kırar Küçük Dev Adam’da.
Ailesiyle birlikte Pol Pot’un katliamlarına tanık olan Rithy Panh sayesinde Kamboçya’daki duruma hakimiz. S-21, la machine de mort Khmere Rouge (S-21 Kızıl Kmer Ölüm Makinesi) belgeselinde yaşanan dehşeti olanca açıklığıyla anlatır ve izlenmesi zor yeniden canlandırmalar kullanır. Roland Joffe’nin Öldüren Tarlalar’ı Kızıl Kmerlerin Kamboçya’da işlediği insanlık suçunu Batılı gözüyle dünyada damgalayan filmdir.
İki yıldır sinema dünyası Joshua Oppenheimer’ın Endonezya’daki 1965 - 1966 soykırımını ele aldığı Öldürme Eylemi ve Venedik Film Festivali’nde yarışan The Look of Silence (Sessizliğin Görünüşü) adlı belgeselleriyle sarsılıyor. Failleri hala var güçleriyle iktidarda bulunduğu için kimliği gizli bir ekiple çalışan Oppenheimer’ın kamerası önünde ‘kestikleri komünistleri’ gururlanarak, gururlanmasalar bir görev bilinciyle olumlayanlar izleyicilere şok geçirtiyor. Avustralya ise aborijinlere uyguladığı soykırım için özür diledi... Philip Noyce’nin yürek paralayan filmi Çit, ne özürle ne tazminatla geri dönüşü mümkün olmayan trajedilerden birine ağlatır.
KATLİAM PROPAGANDA UNSURU
Büyük ustaların filmleri elbette bir başka etkili anlatır yaşananları... Polonya sinemasının piri Andrzej Wajda, Katyn’de Stalin’in Hitler ile kısa süren ittifakı sırasında iki taraftan saldırdıkları Polonya’da binlerce subayı ve sivil halkı idam ettirmesini anlatır. Ki bu katliamı Naziler ortaya çıkarmış ve propaganda amaçlı kullanmaktan hiç çekinmemiştir!
Japonya’nın Çin’in Mançurya eyaletini işgaliyle başlayan ve yüzbinlerin ölümüyle sonuçlanan ve tarihe Nanking Katliamı / Tecavüzü diye geçen olay 1937’den itibaren defalarca beyazperdeye taşındı. Ünlü Çinli yönetmen Zhang Yimou da 2011’de Savaşın Çiçekleri’ne imza attı. Frank Capra ve Anatole Litvak’ın II. Dünya Savaşı sırasında yaptıkları Neden Savaşıyoruz başlıklı propaganda dizisine de konu oldu Nanking Katliamı... ABD’nin Japonya’nın teslim olacağını bildiği halde önce Hiroşima’ya, onun yarattığı yıkımı görmesine rağmen sonra da Nagazaki’ye attığı atom bombalarının bütün canlı hayatını yıllar boyunca sona erdirmesinin ardındaki gerçeği iki belgesel ortaya çıkarır: Koreyoşi Kurahara ve Roger Spottiswoode’un birlikte yönettiği Hiroşima ile Errol Morris’in McNamara’ya adeta günah çıkarttırdığı Yüzyılın İtirafları.
İnsanlığın binlerce yıllık itirafa, günah çıkartmaya, hesap vermeye ihtiyacı var... Filmin kesildiği yere kadar.
TEK BAŞINA SİMGE OLAN İKİ FİLM
Afrika’nın pek çok köşesinde iç savaşlar birer etnik temizliğe dönüşmüş durumda... Tarihin en korkunç soykırımı Rwanda’da bütün dünyanın gözleri önünde cereyan etti... Bu konuda en ünlüsü Hotel Rwanda olan bir dizi film çekildi. Yüzyıl başında Almanya’nın sömürgesi Namibya’daki toplama kamplarındaki kurbanlar Shoah’nın gölgesinde kaldı ama Belçika’nın Kongo’daki zulmü, özgürlükçü lider Lumumba’nın adını taşıyan Raoul Peck filmiyle özdeşleşti. Afrika’daki katliamların ve bütün sömürge zulümlerini tek başına simgelemeye yetecek kadar güçlü iki film vardır sinema tarihinde: İsyan ve Cezayir Savaşı. Mesleğini ve sanatını totaliter düşünceyle mücadele etmeye adamış olan Gillo Pontecorvo’nun imzasını taşırlar. İsyan, Amerika plantasyonlarında kölelere yapılan zulmü, Cezayir Savaşı halkların kendi kaderlerini tayin hakkını tanımayan sömürgeci zihniyeti sergiler.