Başkan babası gözleri önünde vuruldu. Katil cezaevinden afla çıktı. Acılarını yazar olarak senaryoya, yönetmen olarak filme döktü. Çiğdem Suyolcu, kendini oynadığı Gitme Baba filmini anlattı.
YIL 1995. Kuşadası Belediye Başkanı Lütfi Suyolcu, turizm cennetindeki arazi mafyası tarafından vurularak öldürülür. Suikast sırasında 18 yaşında olan kızı Çiğdem Suyolcu büyük bir travma yaşar. Okulundan ayrılır ve acılarını sinemayla hafifletmeye çalışır. Oyunculuk eğitimi alır, senaryo yazar ama yıllar geçse de unutamadığı acıları sinemaya taşımaya karar verir. Filmin kendisi kadar çekim aşaması da kolay rastlanmayacak hikayeler barındırıyor. Çiğdem Suyolcu ile konuştuk. Kolay bir röportaj olmadı. Bazen gözyaşları engel oldu bazen öfke. Suyolcu’nun son sorumuza verdiği yanıttaki son cümlesi, yaşadığı bitmek bilmez trajedinin özeti gibiydi...
Bu film sizin için neyi ifade ediyor?
Arınmayı, ‘Artık mutlu biri olabilirim’i ifade ediyor. Yaşananlar ruhen çok büyük bir ağırlık yaptı yıllarca. Sevdiğiniz birinin ölümü zaten çok acı, üstelik bu şekilde öldürülünce bir de üstüne öfke biniyor. İnsan kalp krizi geçirir ölür. Yine üzülürsünüz ama gözünüzden sakındığınız birisinin kafasına üç kurşun sıkıldığı zaman yaşama dair de tüm dengeler alt üst oluyor. İnsanı ve kalbini sorgulamaya başlıyor, oralardan çıkamıyor ve artık mutsuz oluyorsunuz.
Filmde sinemaya geçişiniz çok etkileyeci. Nasıl çıktınız bu yola?
Ben delirdim! Bir türlü hayatın amacını, keyfini, tutulacak yerini bulamıyordum. Ve ‘Nasıl kurtulurum?’ dedim. Bu olay başımıza bambaşka bir eğitimin içindeyken ‘Babam için bir şey yapmalıyım’ düşüncesi şekillendi. ‘Ya ben de silahla ulaşabildiklerimi öldüreceğim ya da bir şeyler yazacağım’ dedim ve kalem benim silahım oldu. Kendimi en iyi sinemada ifade edebilirim diye düşündüm çünkü görselliği en fazla olan dal oydu. Önce oyunculuk sonra sinema-televizyon eğitimi aldım. Hep aklımda bir gün bu filmi yapmak vardı. Sebep, katiller, şekil ve sonrası...Her şey havada asılı, meçhul. Ben bu filmle bunu aydınlatmak istedim. Sembolik katiller, gerçekten onlar değil, zaten olaydan kısa süre sonra çıkan Rahşan Affı’yla serbest kaldılar. Üstelik gerçek katiller de onlar değil. Gözümü kararttım, sinemanın ve hukukun elverdiği ölçüde filmde tüm bunları anlattım.
Senaryodaki her şey, tüm kişiler gerçek...
Her şey birebir gerçek. Sadece bazı isimler ve mekanlar değiştirildi.
BENDEN BAŞKA KİMSE OYNAYAMAZDI
Filmde aynı zamanda kendinizi oynuyorsunuz...
Zaten oyuncuyum ve benden başka beni hiç kimse oynayamazdı.
Film için kimseden yardım aldınız mı? Kuşadası’nın tepkisi ne oldu?
Ortak yapımcı almamamın en büyük nedeni senaryoya ve oyuncu kadrosuna müdahale edilmesini istemememdi. ‘Bırakın da kendi hayatımı kendim anlatayım’ diyerek bir sürü maddi sıkıntının da içine girdim, bunu göze aldım. Yönetmen üniversiteden hocam, Ahmet Sönmez. Kuşadası’nda birebir gerçek mekanlarda çekildi, iki, üç mekan hariç, çünkü onlar yıkıldı. Sokakta çalışırken gelip bir şeyler ikram edenler, güzel dileklerini iletenler oldu. Murat Karasu babamı oynadı, sokaktan insanlar geliyor, sarılıyor, ağlıyor. Adamın da psikolojisi bozuldu ister istemez ‘Ah Lütfi Bey’ diye diye.
Bu film bir aksiyon, bir politik gerilim olabilirdi...
Bir Kuşadası Kurtlar Vadisi. Yıllarımı aldı bu senaryoyu yazmak. Bu aslında özetle bir baba-kız aşkı hikayesi. İki dönem başkanlık yaptı, 80’de asılsız çıkan ihbarla gözaltına alındı 45 gün. Bu benim ilk travmamdı. Küçük Emrah’ın kızkardeşi moduna bağlamışım ben. ‘Herkesin babası eve döndü, benimki hala yok’ dediğim hatırlıyorum. Asılsız ihbar olmuş. Ölümünden iki yıl önce gözlerimin önünde bacağından vuruldu, ayrı bir travma! Sonra öldürülmesi, ister istemez filmde baba-kız aşkını izlerken ‘Baba bacağından vuruldu’, ‘Baba öldürüldü’ derken siyasi ve aksiyon dediğiniz boyutlara kayıyoruz.
Bitsin artık bu dram
Benim size sormadığım ama izleyiciler için sizin söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Babam için yaptım ben bu filmi, ikinci olarak da kendimi kurtarmak için yaptım. Ruh sağlığım için yaptım. Film 130 dakika. İzleyicilere bir an için filmden kopmayacaklarını vadedebilirim. 10 dakika aranın olması bile onları rahatsız edecek.
Ailenizin filme yaklaşımı
nasıl oldu?
Ağabeyim duygularını pek göstermeyen bir tiptir, filmde de göreceğiz. Annem tabii heyecanlı. Ham halini izledi. Bir paket sigara içti, ağladı, bayağı bir kötü oldu. Sonuçta kadın kendi hayatını izliyor, bırakın kendi hayatını sokaktan geçen insan izlese zaten etkilenmemesi mümkün olmayan bir olayla karşı karşıyayız. Diyorsunuz ya sürekli röportajlar falan, sürekli tazeleniyor, bu illeti atamadık. İstiyorum ki vizyona girsin, bir ay mı kalacak, bitsin, bitsin artık, bu dram bitsin.