‘Albüm’ filminin yönetmeni Mehmet Can Mertoğlu “Bir devlet memurunun oğluyum, Anadolu’yu bilirim. Filmimi çekerken de bu tecrübemden yararlandım” dedi.
Bu yıl Cannes Film Festivali’nde yer alan tek uzun metrajlı filmimiz ‘Albüm’ Eleştirmenlerin Haftası bölümünde yarışmaya hak kazandıktan sonra, ‘France 4 Yenilikçilik Ödülü’nü aldı. Türk Sineması’nda uzun süredir hasretini çektiğimiz pırıl pırıl bir kara mizah örneği film. ‘Albüm’ü henüz 28 yaşındaki genç bir yönetmenin çektiğine inanmak bir hayli zor... Usta diye tanımladığımız birçok yönetmenin hayal kırıklığı yaratan yapımlarının bir hayli fazla olduğu şu dönemde ilk filmiyle böylesine güçlü bir yapıma imza atmak az şey değil. Gerçek bir sinefil olan Mehmet Can Mertoğlu ile konuştuk.
Filmi konuşmaya başlamadan önce biraz sizi tanımak isterim. Edebiyat okumuşsunuz, sinemaya olan ilginiz nereden geliyor?
Sinemaya çok küçük yaşlarımdan beri meraklıydım. Artık iyice akilleşmeye başladığım ortaokul ve lise yıllarımda daha fazla film izler hale geldim. Lisede artık film yapmak istediğimi biliyordum. Film okumak da istemiyordum çünkü Türkiye’deki okulları yeterli bulmuyordum açıkçası... Sonra bir ara yurt dışında film okusam mı diye düşündüm. İstisnalar olmakla birlikte, bizdeki sinemacıların da çoğu alaylıdır zaten... Sonunda Boğaziçi Üniversitesi’nde Edebiyat okumaya karar verdim ancak Mithat Alam Film Merkezi’nden çokça faydalandım.
Yani filmler sizi yetiştirdi...
Aynen öyle. Otodidakt olduğumu söyleyebilirim. Çok fazla sayıda film izledim ve kendimi eğittim denilebilir.
İlk filmini çeken genç bir yönetmen olarak bu süreci nasıl yorumlarsınız?
Türkiye’de film yapmak zor, ilk filmini yapmak daha da zor.
‘Albüm’ün hikayesi ne zaman başladı?
Aslında senaryoyu 2012’de yazdım. Finansman için uzun süre bekledik. Ana akım, ticari bir iş yapmıyorsanız kimse size para falan vermiyor.
Senaryoyu yazdıktan sonra süreç nasıl ilerledi?
Senaryoyu yazdıktan sonra birçok yapım marketi ve atölyeye katıldık. Senaryonun evrensel bulunması işimize yaradı. Önce Nantes’a gittik. Fransa’da bir 3 Kıta Festivali vardır, çok da iyi bir festivaldir. Latin Amerika, Asya ve Afrika filmlerine adanmıştır. Bu festival aslında birçok önemli yönetmenin Avrupa’da filmlerini ilk kez gösterdikleri yerdir. Burası bizim için güzel bir başlangıç oldu.
Kara-komedi Türkiye’de pek sık rastladığımız bir tür değil, bu yüzden anlaşılması zaman almış olabilir mi?
Yaptığımız mizah dünya için çok özgün değil, Avrupa’da çok yaygın. Kuzey Avrupa’da, İskandinav ülkelerinde mesela, çok evrenseldir. Türkiye’de nedense benim de garipsediğim bir şey pek fazla örneği yok. 2000’lerin başında yapılan ‘Fasülye’ filmini zikredebilirim ama örnek olarak.
Bir sinefil olmanızın da getirdiği referansla filminizde Jacques Tati’den Roy Andersson’a uzanan geniş bir yelpazedeki yönetmenlerin sinemasından esintiler görüyoruz.
Evet çok var. Bu isimlerin yanı sıra Corneliu Porumboiu, Cristi Puiu, Aki Kaurismaki, Pierre Etaix bu film özelinde isimlerini anabileceğim diğer yönetmenlerden.
Filminizin önemli bir parçasını oluşturan bürokrasi meselesi ve etrafında gelişen diyaloglar çok sahici. Doğup büyüdüğünüz Akshisar’daki gözlemleriniz filme ne kadar yansıdı?
Babamın doktor olmasından ötürü diğer devlet memurları ve kurumlarıyla ilişkisi çok yoğundur. Zaten küçük yerlerde herkes bir aradadır. Bende küçük yaşlarımdan beri bu mekanların hepsine aşinayım. Liseyi okumak için İzmir’e gittim daha sonra İstanbul’a geldim. Taşrada daha fazla hissediliyor belki ama İstanbul’da da aynı şey var. Bir film yapmak bile bürokratik bir iş maalesef Türkiye’de. Akhisar’la sınırlı olmamak üzere diyaloglar benim deneyimlerime dayanır.
Peki evlat edinme meselesi?
Daha evvel evlat edinmiş arkadaşlarım vardı onların yaşadıkları trajedileri bilirim. Bu konuyu araştırdığımda tahminimden büyük boyutları olduğunu da öğrendim. Hikaye, tüm bunlarla örüldü.
Bu trajedinin içinde kahkahalar atılmasını neye bağlıyorsunuz?
İnsanların gülmesini sağlayan şey, etraflarında gördükleri insanlara çok benziyor olmaları. Diyalogları da çok özenerek yazdım. Ben mesela kişisel olara büyük diyaloglar dinlemeyi seven bir insan değilim. En kırılma anlarında büyük edebi kelamlar edilmesini çok iyi örnekleri olmakla birlikte sevmem. Bu yüzden bu filmde boş, alelade hatta sıkça hiç konuşulmayan anlar var.
Gelelim oyuncu performanslarına. Başrollerden figürasyona herkesin rolünü büyük bir ciddiyetle yaptığına şahit olduk. Oyuncularla nasıl bir hazırlık süreci geçirdiniz?
Cast direktörümüz Kutay Sandıkçı’yla birlikte özellikle yan oyuncuları seçtik. Aylarca prova yaptık. Yüzlerce kez aynı sahneleri tekrarladık.
Albüm bu yıl Cannes’da bizi temsil eden tek uzun metrajlı film oldu. Neler hissetiniz?
Dünyanın en büyük film festivalinde ilk filmimle bulunmak onur vericiydi. Güzel yorumlar aldı Latin Amerika, Asya, Japonya sinema eleştirmenlerinden. Fransız basınında çokça yer aldık.
Tüm bu yoğunluk arasında yeni bir filmin hikayesini düşünmeye fırsatınız oldu mu?
Kafamda oluşan bir şey var. Ancak yazılmış bir şey değil. Şu aralar takvim öyle yoğun ki, oturup nefeslenmeye bile vaktimiz olmadı. 2017 yılının başlarında yazmayı 2018’in güzünde de çekmeyi planlıyorum.
Seyfi teoman hayatıma temas etti
Filminizi 2012 yılında kaybettiğimiz yönetmen Seyfi Teoman’a adadınız. Kendisinin sizin sinemacı kimliğiniz üzerinde nasıl bir etkisi oldu?
Seyfi benim için sinemacı kimliğinden öte bir dost olarak da çok kıymetliydi. Sıkça tavsiyelerine başvurduğum, bir nevi abimdi. Tuhaf bir şekilde, Kayseri’de filmin çekimlerini yaptığımız yerin hemen 150 metre yanındaydı mezarı. Sette de ziyaret ettim tabiî ki. Seyfi, bu filmin hikayesini anlattığım ilk insanlardan biriydi. O da ‘Evliya’ filminin hazırlıklarını yapıyordu o dönemde. O hafta çarşamba için sözleşmiştik, pazartesi kaza oldu. Hayatıma çok temas etmiş birisiydi. Bu acı hiç dinmeyecek. İlk filmimi de ona atfetmek, bu şekilde anmak istedim.
MEHMET CAN MERTOĞLU
İnsanların gülmesini sağlayan şey, etraflarında gördükleri insanlara çok benziyor olmaları. Diyalogları da çok özenerek yazdım. Bu yüzden bu filmde boş, alelade hatta sıkça hiç konuşulmayan anlar var.