Katar tarafından tahsis edilen özel uçakla Atatürk Havalimanı’na inen “rehine” THY pilotları, Murat Akpınar ve Murat Ağca’nın yaşadıklarını 2 Amerikalı pilot yaşamış olsaydı, şu anda, Hollywood’da en az 4 yapım şirketi kolları sıvamış, serüveni beyazperdeye aktarmanın ilk adımlarını atıyorlardı. Yaşadıklarını usta senaristlere anlatmalarının karşılığında da torunlarının bile hayatını garanti altına alacak hatırı sayılır telif ücretlerini banka hesaplarına aktarmanın ilk görüşmeleri dün sabah itibariyle başlamıştı.
Çünkü, normal bir görev gününde kendilerini bir anda içinde buldukları öykü, aslında, Ortadoğu gibi bir bölgede sonuçlanması imkansız görünen yapı taşıyor. Şam hapishanelerinde bulunan 127 muhalif kadın tutuklunun serbest bırakılması için Beşar ikna edilecek!.. Sonrasında 1.5 yıldır rehin olan ve muhaliflerce Hizbullah’ın adamları, İran’ın ajanları olarak bildikleri Lübnanlılar bırakılacak, sıra bu arada bizim iki Murat’a gelecek. Öyküden “best seller” bir roman, Oscar’lık da bir film çıkar, söyleyeyim.
Türkiye’nin, Lübnan-Katar yakın işbirliği, büyük olasılıkla İran’ın devrede olmasıyla çözdüğü bu sorun, istihbarat ve diplomasinin başarı hanesine yazılmalı.
Hakan Fidan olayı...
Demek, Amerika’daki bilinen bir lobinin hedef tahtasına oturtulan MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve kurmayları Dışişleri ile birlikte iyi çalışmışlar. Meselenin uzamasını, kangren haline dönüşmesini arzu edenlerin parmağının olduğu bir konunun altından kalkmışlar. Rehinelik uzayacak, aileler tepki gösterecek, konu bir kamuoyu kampanyasına dönüşecek ve iki masum pilot üzerinden farklı bir diplomasi üretilecekti. Bu arada, Akpınar ve Ağca ailelerine hepimizin bir teşekkür borcu var, vakur duruşları, devletlerine olan güvenleri ve rehine krizini medya malzemesi yapmamaları nedeniyle.
Anladığımız kadarıyla MİT, izlediği rota nedeniyle “birilerini” rahatsız ediyor. Fidan, dünyada, bir başka ülkenin istihbarat örgütünü de kollamadığı gerekçesiyle eleştirilen bu alandaki ilk bürokrat oldu!:. MİT’in tek görevi var: Türkiye’nin ulusal çıkarlarının gözcüsü olmak, bu çerçevede de diğer istihbarat örgütlerine karşı teyakkuz durumunu korumak.
Wall Street Journal ve Washington Post’taki yazılar, tersten okunduğunda bu görevi yerine getirdiğini gösteriyor.
Kampanyanın nedeni...
Son sözü baştan söyleyelim: Hakan Fidan hakkında sürdürülen kampanyanın asıl nedeni, Türkiye’nin Kürt sorununu “aracı ülke” kullanmadan çözme gayretidir. Belli ki, Oslo’da gerçekleşen buluşma sonrasında yaşanılanlar devlete iyi bir deneyim kazandırdı. Hakan Fidan,Öcalan’ı çözüm sürecinin merkezinde tutmayı başararak, konuya dahil olmak isteyen “başka ülkelerin” yolunu kesmiş, hükümet de Ortadoğu’nun Kürt coğrafyasında Irak Kürdistanı ile kurduğu sıcak ilişkilerle etkisini artırmış durumda. Bu, “Kürt kartını” kullanmayı ve Ortadoğu politikalarında Kürt halkının kanı üzerinden başarı kazanmayı gelenek haline getirmiş ülkeler açısından bir “kabus senaryosu...” Türk’le Kürt birbirini yiyecek, onlar da timsah gözyaşlarıyla, “çok üzülüyoruz, bari biz devreye girip bir çözüm bulmaya çalışalım” diyecekler, işlemesi istenen senaryo bu... Kaybettiler... Hırçınlık bundan kaynaklanıyor...
Bir de, aynı lobinin Obama’yı hedef alması sorunu var. “Sen nasıl, İsrail’i hırpalayan, İran’la çalışan bir ülkeyle bu kadar sıkı-fıkı olursun” kampanyası. Her geçen gün diplomasi ve istihbaratta bağımsız adım atan Türkiye’ye duyulan endişe de bunlara eklenince, ortaya çıkan tablo bu...
İsrail neden susuyor...
Ignatius’un Fidan’la ilgili WP’deki yazısı, en cahil Hollywood senaristinin yazamayacağı kadar aptalca... Düşünün, bölgede İran’la bilek güreşi yapan bir devletin istihbarat şefi aynı zamanda İran ajanı!.. “Zavallı” İsrail ise bu adamın yaptıklarının mağduru. Ignatius, Temmuz 2012’de İran tarafından çökertilen MOSSAD hücresinde yer alan İranlılar’ın gerçek görevini söylemiyor, biz de onları normal istihbarat elemanı sanıyoruz. Görevleri, İran nükleer programında çalışan sivil bilim adamlarını öldürmekti ve bazılarını da öldürmüşlerdi. Belli ki MİT, bu kirlisavaşa bulaşmamış, geri çekilmiş, “yesinler birbirlerini” mantığıyla izlemekle yetinmiş. MİT’ten İran’a “ispiyon” olabilir mi? Mümkün değil. Bunun gerçekleştiğini bırakın MOSSAD veya CIA’yı, Yunan, hatta Güney Kore istihbaratının bile tespit edeceğini herkes bilir bugünün dünyasında... Geçiniz.
İsrail, yazdırıyor ama kendi susuyor. Neden?.. Çünkü etekte çok taş var, dökülmeye başlarsa kimse kimsenin yüzüne bakamayacak...