Sürgündeki bir Filistinli olarak, Filistin’in ‘üye olmayan gözlemci devlet’ statüsü kazanması için BM Genel Kurulu’nda yapılan oylamayı takiben, Perşembe akşamı televizyonda yayınlanan Batı Şeria ve Gazze sokaklarındaki kutlama görüntülerinden çok keyif aldım. Gazze’deki akrabalarım telefon ettiklerinde sevinçten havalara uçuyorlardı.
Bir kere olsun Filistin halkı acı ile değil sevinçle bir araya gelmişti.
Üye ülkelerin büyük çoğunluğu, 193 ülkeden 138’i Filistin’i desteklediler ve onu bir ülke ve meşru bir devlet olarak tanıdılar. Bu Mahmut Abbas için diplomatik bir zaferdi ancak mülksüzleştirilmiş Filistin halkının tüm haklarını geri alabilmesi için girilen bu uzun yolda sadece ilk adımdı.
ABD, İsrail ve Kanada dahil dokuz ülke aleyhte oy kullanırken, çekimser kalan 41 ülke arasında İngiltere ve Almanya da vardı. Bu kadar güçlü ve etkili ülkelerin, adalet ve insan hakları için oy kullanmaktan aciz olmaları ve İsrail ile baskı kurması, toprak hırsızlığı yapması, yasadışı yerleşimler ve ırk ayrımı duvarı inşa etmesi, Gazze ablukası ve Gazze halkına saldırılarıyla işbirliği yapmaları içler acısı bir durum.
İngiltere, eğer Filistinliler Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (ICC) erişim istemezlerse, teklifi onaylamayı önerdi. Şimdi ise Filistin’in bunu yapmaya hakkı var. ABD ve İngiltere, İsrail’in savaş suçlarından dolayı ICC karşısına çıkacağından endişe ettiklerini söylediler. Fakat aynı zamanda İsrail’in asla yanlış birşey yapmadığına da yemin ediyorlar. Kendi demokrasilerini tüm bölgeye yaymaya çalışan iki ülkeden uluslararası adalete çarpık bir bakış.
‘Devlet’ sözcüğü kullanılmasına rağmen üye olmayan gözlemci devlet statüsü verilmesi, tabii ki Filistin devletinin gerçekten varolduğu anlamına gelmiyor. Amaca, Filistin Kurtuluş Örgütü 1974’te ilk kez ‘Filistin halkının temsilcisi’ olarak BM gözlemci statüsüne eriştiğinde olduğundan daha yakın değiliz.
Hem ABD hem de İngiltere BM Genel Konseyi’nin veto kullanan daimi üyeleri ve mevcut sistemde BM’ye tam üye olma önerilerini onamaları gerekiyor. Geçen Eylül’de, Başkan Abbas tam üyelik için başvurdu ve bu Filistinliler için bir sonraki mantıklı adım. Fakat ABD bunu durdurmak için Güvenlik Konseyi’nde veto etmekle tehdit edince, çuvalladı.
İsrail Perşembe günkü terfiye duyduğu öfkeyi, 3000 yasadışı yerleşimciye ev yapacağını duyurarak ve Filistin’in kontrol ettiği komşu arazilerdeki bölünmeyi daha da ileri götürmek için, Filistinliler’i ırkçılık döneminde Güney Afrika’da olduğu gibi ayrılmış alanlara yerleştirmeye devam ederek ifade etti bile.
Para cezası verilebilir. Geçen yıl Filistin UNESCO’ya tam üye olunca ABD, Mahmut Abbas’ın Filistin Otoritesine yaptığı yıllık 200 milyon dolarlık yardımın çeyreğini vermedi. Kanada beş yılda 300 milyon dolarlık yardımda bulundu ve bu anlaşmayı yenilememekle tehdit ediyor. İsrail Filistin Otoritesi adına, 1 milyarın vergisini alıyor ve bunu vermeyi reddedebilir. Filistin Otoritesi’nin ödenmemiş enerji faturaları için kendisine borçlu olduğunu söylediği 160 milyon doları kesmekle tehdit etti bile.
Yine de bu tarihi oylamanın faydaları olmadığını ileri sürmüyorum. Genel Konsey’de verilen desteğin düzeyi, Filistin davasına büyük bir uluslararası destek olduğuna işaret ediyor. Adalet ve toprak mücadelesi sürerken bu ivmeden faydalanabilinir.
BM önerge taslağında ‘1967’den beri işgal altında olan Filistin topraklarındaki Filistin halkının, Filistin Devleti’nde kendi kaderlerini belirleme ve bağımsızlık haklarına’ vurgu yapıldı. Bunun bir sonucu olarak yasadışı İsrail yerleşimleri artık BM’de, medyada ve diplomatik belgelerde ‘ihtilaflı araziler’ olarak değil ‘işgal altındaki araziler’ olarak geçecek.
Filistin acilen, yeni edindiği, İsrail’i ICC’de savaş suçları yüzünden yargılatabilme hakkının peşine düşmeli, elindeki tüm delilleri, özellikle Justice Goldstone’un 2008-9 Gazze çatışması üzerine raporunda geçenleri kullanmalıdır. İsrail ICC’de aynı zamanda yerleşim inşa etmekten de sorumlu tutulabilir çünkü bu açıkça bir uluslararası hukuk ihlaliydi.
Perşembe günkü olayın bir diğer olumlu neticesi de ulusal birliğin kurulması umudunun tazelenmesiydi. Öncesindeki Gazze krizi ve 150 Filistinli’nin öldürülmesi, Hamas’ın da saflara dahil olmasına yol açtı. Geçen yıl Hamas BM’ye tam üyelik talebini reddetmişti. Fakat bu kez Halid Meşal, Abbas’ı bizzat arayarak ‘Filistinliler’in yasal haklarından verilecek bir taviz olmadığını’ söyledi. Hareketi uzun zamandan beri desteklediğini ifade ederek Fatah liderini şaşırttı ve benzer yorumcuları yumuşattı.
Filistin Kurtuluş Örgütü BM’de Filistin halkının tanınan temsilcisi olmaya devam ediyor ve Hamas ve Fatah bu çerçevede birlikte çalışabilir, örgütlerini yeniden harekete geçirerek bunu ulusal uzlaşma için kullanabilir ve hem uluslararası sahnede hem de İsrail ile gelecekte yapacakları müzakerelerde birlik içinde olduklarını gösterebilirler.
Filistin Kurtuluş Örgütü aracılığıyla tüm hizipler barış sürecine, mutabık kaldıkları bir yaklaşımı benimseyebilirler. Bu süreç ancak, İsrail tüm yerleşim faaliyetlerini dondurursa ve BM’nin Filistin ile ilgili tüm kararlarını, özellikle Filistinli mültecilerin gerçek ev ve topraklarına dönme haklarını güvence altına alan 194 sayılı kararını uygularsa devam edebilir.
Filistin’in statüsünü yükseltme oylaması, BM’nin bizzat Filistin halkının sabrını ve sebatını tanıdığını gösteriyor. Çünkü aynı BM yine bu önemli tarihte yani 29 Kasım 1974’te Filistin’in Yahudi ve Arap devletlerine bölünmesini oylamıştı.
Sonunda Filistin de küresel siyaset açısından yükselişe geçti.
İsrail ise BM oylamasının sonunda uluslararası sahnede kendini gittikçe artan bir inceleme ve tecrit altında bulacak. Eğer şu anda olduğu gibi, insan hakları ihlallerine, ırkçılığa, etnik temizliğe ve ulusların hukukunu ayaklar altına almaya devam ederse statüsü düşürülecek, çok az nahoş arkadaşı olan dışlanmış bir devlete dönüşecektir.
-Bu yazı STAR Gazetesi için kaleme alınmıştır.