İsrail’in Gazze’ye karşı başlattığı vahşi saldırı sürüyor. Öldürülen Filistinli sayısı 100’ü geçti, bunların önemli bölümü kadın ve çocuk, ama İsrail vurmayı sürdürüyor. Tüm kalbimle kınıyor, lanetliyorum.
Bu son vahşet dalgasının nasıl başladığı da ibretlik bir hikaye. Olaylar, biliyorsunuzdur, Hamas’ın askeri lideri Ahmet Cebari’nin bir İsrail füzesiyle vurulmasıyla başladı. Sadece Cebari değil genç yaştaki oğlu da katledildi.
İsrail makamları Cebari’nin bir “terör lideri” olduğunu ve terörün engellenmesi için vurulduğunu açıkladılar. Oysa Jerusalem Post gazetesi yazarı ve bir İsrailli düşünce kuruluşunun başkanı olan Gershon Baskin, 16 Kasım tarihli New York Times’daki makalesinde durumun hiç de öyle olmadığını gösterdi.
Baskin’e göre, Cebari, Hamas içindeki “daha pragmatik aktörlerden biri” idi. Dahası, İslami Cihat veya Selefiler gibi Hamas’tan daha radikal olan Gazzeli grupları dizginlenmeye de niyetli ve eğilimliydi.
Hatta öyle ki, Cebari, tam vurulduğu gün, İsrail’den gelen uzun vadeli bir ateşkes teklifini incelemekteydi! Baskin, İsrail’in bu teklifin sonucunu almadan saldırdığını ve bu yüzden de “Cebari ile birlikte bir uzun vadeli ateşkes şansını da öldürdüğünü” söylüyor.
Bu ise, Netanyahu hükümetinin, ya militarist fanatizmle zıvanadan çıktığını, ya da çatışmayı bile bile tırmandırdığını ima ediyor ki, her ikisi de korkunç ihtimaller.
Kurt taksimi
Aslında İsrail militarizmi bizi şaşırtmamalı: Filistin topraklarını işgal eden, Arapları evlerinden atıp yerlerine yerleşen, gelen tüm tepkileri de şiddetle bastıran kolonyalist bir devlet bu. İsrail’de tüm bu zulme karşı çıkan vicdanlı bir azınlık bulunsa da, Siyonist Devlet’in “vicdana gelmesi” ve adaletin gereğini yapması imkansız gözüküyor.
Bundan daha vahim olan ise, sözümona “uluslararası toplum”un, en başta da Amerika Birleşik Devletleri’nin hayasız tarafgirliği.
Temsil ettiği özgürlükleri çoğu kez takdir ettiğim ABD, sırf bu konudaki ikiyüzlülüğü nedeniyle mide bulandırıcı hale geliyor gözümde.
Bu alanda gösterilen sayısız çifte standarttan biri, ikide bir duyduğumuz “İsrail’in kendi savunma hakkı” lafında gizli.
Bu söyleme göre, İsrail, Gazze’den atılan füzelere hedef olduğuna göre, misilleme yapıp Gazze’yi vurma hakkına sahip. Gerekirse bir Yahudiye karşı yüz Arap öldürerek.
İyi ama “Filistin’in kendini savunma hakkı” niye yok?!
1967’den beri işgal altında bulunan, ablukaya alınan, toprakları üzerinde hala Yahudi yerleşim birimleri inşa edilen Filistinliler, neden aynı haktan yoksun? Niçin İsrail’in Gazze’yi bombalaması meşru da, Gazze’nin İsrail’i bombalaması gayrımeşru?
Bu soruyu kurcalarsanız, nihayetinde alacağınız cevap “İsrail’in bir devlet olduğu, kendini koruma hakkına bu yüzden sahip olduğu”dur.
Peki ama niçin İsrail devlettir de Filistin değildir?..
İsrail bugüne dek Filistin’e fırsat vermemiştir de ondan!
Yani, güçlü olanın “kendini savunma hakkı” vardır da, zayıf olanın yoktur!
Tam da Necip Fazıl’ın dediği gibi bir denklem:
“Bu taksimi kurt yapmaz, kuzulara şah olsa...”
Ne yapmalı?
Gelgelelim, tüm bu haksızlıklar bir yana, bu haksızlıklar karşısında Filistin’in ve destekçilerinin ne yapması gerektiği bir yana.
Bu ikinci ve yakıcı meselede Türkiye’deki Filistin destekçilerinin bir kısmından ayrılıyorum. Çünkü Hamas’ın ve diğer Filistin gruplarının İsrail’i daha fazla vurmasını değil, aksine ateşi kesmelerini ve barışçıl yöntemleri seçmelerini istiyorum.
Çünkü İsrail’e saldırmak, Filistin’e daha fazla ölüm davet etmekten başka bir işe yaramıyor. Şiddet, yüz misli şiddet getiriyor.
O nedenle bizim hükümetin Hamas’ı ateşkese ikna etmeye çalışması yerindedir. Filistin’in acil ihtiyacı, adaletten de önce, barıştır.