Avrupa ve ABD’nin dünyanın değişimini iyi okuduğuna dair sarsılmaz bir kanaat vardı. İsrail’in Gazze’yi hedef alan son saldırıları karşısındaki ezberci tutum bu kanaati yerle bir etti. Saldırılara tepki göstermek şöyle dursun, teşvik eden politikaları Batı Bloğu’nun bir rüya aleminde yaşadığını gösterdi. Her şeyin eskisi gibi olduğunu düşünen, Ortadoğu’daki uyanışı okuyamayan; okusa da pozisyonunu değiştiremeyen hantal bir ABD-Avrupa gerçeği su yüzüne çıktı.
Yakın tarih, İsrail’in Filistin’e vahşice saldırılarının acı hatıralarıyla doludur. Ortadoğu’nun kalbine monte edilen bu savaş makinesi, başka hiçbir devletin sahip olmadığı imtiyazla hiçbir kurala bağlı olmaksızın art arda ve defalarca Filistinliler’i katletmiştir. Bir halkı, tarihi topraklarından sürüp küçücük bir kara parçasına mahkum eden sistematik işgale sistematik bir yok etme politikasını eklemekte beis görmemiştir.
Bu hazin tablonun bir numaralı sorumlusunun ABD olduğunu tekrara gerek yoktur. ABD kadar olup bitenlere göz yuman, parmağını kımıldatmayan Avrupa da sorumludur. Dünyanın neresinde olursa olsun en küçük insan hakları ihlali için rejimler değiştiren ABD-Avrupa ittifakı İsrail’e ses çıkarmıyor.
İsrail, kurulduğundan bugüne kadar sayısız kez BM kararlarını tanımadan ilerledi. Üstelik, yok saydığı kararların hepsi zaman içinde İsrail devletinin meşruiyetine bir referans teşkil etti. Bugün hala çocukları, kadınları keyifle öldüren Gazze sokaklarındaki masum insanları katleden İsrail’i var eden de işte bu uluslararası hukuku ayaklar altına alma ayrıcalığıdır.
Hukuksuz bir şekilde topraklarını büyüten bir ülkenin, insanları öldürmek için bahaneye ihtiyacı mı olacaktı!
Yok zaten.
Olmadığını da en başta ABD Başkanı teyit ediyor. Kişiliğinin bir parçası haline gelen “Yahudi kompleksi”ne mahkum olan ABD Başkanı...
BM eliyle yürütülen sahte ve kişiliksiz denetim mekanizması, ABD’nin teşvik politikaları ve Avrupa’nın artacağına azalan duyarsızlığının sonucu masum Filistinliler ölüyor.
ABD-Avrupa Bloğu 10 yıl, 20 yıl, 30 yıl önce saldırılara nasıl tepki veriyorlarsa bugün de aynı tepkiyi veriyor. Diktatörler varken de aynı tepki, demokrasi gelirken de..
Bu duyarsızlık aynı zamanda Batı Bloğu’nun Arap Baharı’na karşı isteksizliğini ve gizli memnuniyetsizliğini de ele veriyor.
Böylesine kritik zamanlarda, topyekün diktatörlerle idare edilen bir coğrafyanın daha çok işlerine geleceği anlaşılıyor. Demokrasisiz bir Ortadoğu ezberi ve İsrail-Filistin savaşına bakarken kullandıkları şablon için idealdi.
Şimdi de aynı ezber ve şablon geçerli ama bu kez sırıtıyor, Batı medeniyetinin çifte standardını ele veriyor.
Değişim karşısında çaresiz ve hazırlıksız ama dünyayı idare etmek bahsinde paylaşımı reddeden bir ittifak fotoğrafı giderek netleşiyor. Ortadoğu’da demokratik rejimler kökleşmeye başladıkça fotoğraf daha da netleşecektir ve bu çifte standart düzeni sürdürülemez olacaktır.
Arap diktatörlükleri Filistin’in İsrail’e açık hedef olmasına ve giderek küçülmesine mani olamadılar. Olmak da istemediler...
Dünyanın en zengin ülkeleri, ağırlıklarını Filistin’in hukuki varlığından yana koyamadılar, koymak da istemediler. Batı’nın geleneksel çifte standardı ne yazık ki Arap coğrafyasında da yaşandı.
Arap sokağının Filistin aşkı ise bu yüzden ancak acıların paylaşıldığı bir kardeşlik hikayesi olarak yazıldı.
Bugün ise, küçük adımlarla da olsa sokaklar Arap ülkelerinde iktidar oluyor. Filistin’in kurtuluşu güçlerini ve ağırlıklarını hesapsız bir şekilde Filistin davasının arkasına koyacak halk iktidarlarındadır.
Batı’nın okumaktan aciz olduğu büyük gerçek de Ortadoğu’da sokağın iktidara yürüyüşüdür. O yüzden de en başta Mısır olmak üzere, Tunus, Libya, Suriye, Yemen ve bütün bölgenin adımlarını daha da sıklaştırması tarihe ve Filistin’e karşı geç kalmış bir sorumluluktur.