Filistin sorunu, muhakkak ki Ortadoğu’daki hemen tüm sorunların yönünü etkileyen bir sorun. Bu sorunun çözüm ya da çözümsüzlüğü, sadece Filistin bölgesinin değil neredeyse Türkiye dahil bir dizi bölge ülkesinin bundan sonraki konumunu belirlemeye aday. Bugüne kadar çözülmeme nedenlerinden birisi de bu olsa gerek. Devletler, sorunların çözülmemesi üzerinden mevzi aldıklarından, durumun değişmesi halinde yön değiştirmek durumunda kalacaklar.
Hemen her ABD başkanı gibi Obama da iktidara geldiğinden itibaren bu sorunun çözümüne imza atan başkan olmak istedi. Ancak Obama döneminde, diğer dönemlerden biraz farklı bir politika izlendi; ABD fedakarlıkları İsrail’in yapmasını istedi.
ABD’ye göre İsrail’in uzlaşmaz tavrı, Filistin’in ikiye bölünmesine ve parçalardan birisinin radikal İslam’a mahkum olmasına yol açtı. Bu kesim öncelikle Hamas yoluyla İran’ın manipülasyon alanı oldu; sonra bu etkiyi kırıp İran’ın bölgeden çıkartılmasına katkı sağlayacak Türkiye devreye girdi; ancak İsrail Türkiye ile de ilişkilerini bozdu.
ABD, İsrail politikalarının Filistin’in ‘normalleşmesi’ önünde engel olarak görüyor. Ancak İsrail, Filistin radikalleştiği ölçüde politikalarına meşruiyet sağlıyor ve bu da böyle sürüp gidiyordu; ABD duruma neşter atmak istedi.
Pollard olayı
ABD Dışişleri Bakanı Kerry, muhtemelen görev süresinin yarısını İsrail’de geçirmiştir. Özellikle Yahudi yerleşimciler için sürekli inşaat yapıp yer açan İsrail’i bu faaliyetlerini durdurmak için uğraşan Kerry, İsrail Savunma Bakanı’nın hışmına uğramıştı. ‘Verin bu adama Nobel’i de ülkemizden ayrılsın’ demişti.
Anlaşıldığı kadarıyla barış girişimleri yeniden umutsuz bir noktaya ulaştı; zira ABD müzakerelerin durdurulması olasılığının gündeme alındığını duyurdu. Kısacası ABD, sonsuza kadar müzakere yapılamayacağını ilan etti, ‘bırakırız ve ne haliniz varsa görürsünüz’ dedi.
En önemli müttefikini kaybetmek istemeyen İsrail ise geri adım atmak yerine yeni bir pazarlık konusu buldu. O da ABD’nin askeri sırlarını çalarken suçüstü yakalanan ve İsrail adına casusluk yaptığı gerekçesiyle ömür boyu hapse atılan Jonathan Pollard.
Teksas doğumlu Pollard, 1979’da önce CIA, ardından ordu istihbaratında çalışmış, 1984’den itibaren de kendisinden Pakistan ve Güney Afrika’daki ABD askeri faaliyetlerini para karşılığı sızdırdığı gerekçesiyle şüpheler oluşmaya başlamış.
Küçük teklifle büyük beklenti
Pollard, 1985’de yakalanmış, 1987’de de ömür boyu hapse mahkum edilmiş. Bu arada 1995 yılında İsrail Pollard’a vatandaşlık vermiş, Netanyahu da hapiste ziyaretine gitmiş.
Bu tür suçlar ABD’de on yıl hapisle cezalandırılırken, Pollard için sınır aşılmış, ancak iyi halden 30’yıla düşmesi söz konusu; yani 2015’de bırakılabilir.
İsrail bu kişinin serbest bırakılmasını, müzakerelerin devamına koşul saymış durumda. Pollard bırakılırsa, İsrail de 104 Filistinli tutuklunun 26’sını salacak; bu yolla müzakere masasının dağılmamasını, ama bir sonuca da varmamasını sağlayacak. Hatta konuyu bir sonraki başkanın gündemine getirecek.
İsrail’in politikalarını genel anlamda tartışmak ayrı bir konu. Ancak bu örnek, İsrail’in ABD’yi sıkıştırma konusundaki teknik becerisini göstermesi açısından önemli. 30 yıl sonra bir kişi hatırlanır ve en kritik aşamada üzerine siyaset inşa edilir mi, edilir. Üstelik o kişinin tüm hukuki koşullarını ve ABD yasalarını yakından izleyerek. Girişim ne sonuç verir öngörmek kolay değil, ancak bu durum Türkiye için ders çıkarmaya engel değil. Uluslararası ilişkiler böyle bir şey.