Demokrasinin ilerleyişinin kutlandığı bir dünyada, Filistin halkı geride bırakıldı. 2006’da İşgal Toprakları’nda, uluslararası olarak da adil ve şeffaf kabul edilen ilk özgür seçimler yapıldığında, Hamas’ın kazandığı zafer Filistinliler’i hızla sonsuz bir şiddet döngüsüne soktu. Çünkü insanlar yanlış kişileri seçmişti ve bu hataları yüzünden korkunç biçimde cezalandırılıyorlar. “Teröristlere” oy vererek sanki İsrail’e, tüm halka terörist muamelesi yapması için tam yetki verdiler. Hapsederek, yargısız infazlarla, işkenceyle ve düzenli hava saldırılarıyla... Demokrasi için ne kadar muazzam bir başarı! Esir kamplarında hapsedilmek için özgürce oy kullan!
***
Sözde “barış süreci” asla vaatlerini yerine getirmedi. İsrail hükümeti ve yerleşimciler yavaş yavaş kolonize olup iki devlet kavramını ortadan kaldırırken, diyalog çöküyor. Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilen ABD Başkanı Obama, bir kaç konuşma dışında, parmağını bile kıpırdatmadı. Aksine İsrail’e verilen tek yanlı desteği, kendisinden önce gelenlerden de ileriye götürdü. Benzer biçimde İsrail’de yaklaşan “demokratik” seçimler; yaşanan son şiddetli çatışmalarla, hava bombardımanları ile, hedef gözeten suikastler ve düzinelerce sivilin öldürülmesi ile bağlantılı. Filistinliler’i öldürmek ve silahlı kuvvetleri göndermek sadece tehlikeyi artırsa da, bu Başbakan Netanyahu’nun kazanma stratejisi. İsrail ve ABD’deki demokratik seçimlerin gerçek mesajı şu: Öldür ve öldürmeye izin ver.
Arap uyanışından sonra iktidara gelen, demokratik olarak seçilmiş rejimlerin tepkisi sembolik olmanın ötesine geçmeli. Mısır ve Tunus dışişleri bakanlarının mesajları ve Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın hem 2008’de hem de bugün takındığı sert tavır alkışlanmalı. Bunlar zamanın değiştiğinin ve bu ülkelerdeki hükümet politikalarının artık halkın hassasiyetini yansıttıklarının açık işaretleri. Fakat tam anlamıyla ulusal stratejiler sadece tecridin artmasına sebep olur ve gelecekte olacaklar üzerine düşünmek için gereken güçlü bölgesel ve ortak yaklaşımın ortaya çıkmasını sağlayamaz. Arap halkları, öfkelerini Tunus, Mısır ve Türk otoritelerinin girişimlerine desteklediklerini ifade ederken, kısa duygusal bir kargaşa yaşanabilir. Fakat İsrail saldırılara devam ettiği ve amacına ulaşmayı hedeflediği için gerçek bir netice elde edilemez. Filistin meselesinin sözlü destekten fazlasına ihtiyacı var: Koalisyonlar kurmanın, Ortadoğu’dan Latin Amerika, Güney Afrika ve Asya’ya kadar ülkeleri somut biçimde müdahil edecek stratejiler geliştirmenin, adaleti ve Filistinliler’in haklarını ve haysiyetlerini savunmak için gerçek bir cephe oluşturmanın zamanı geldi.
***
Batı medyası ağız birliği etmişçesine, İsrail’in kendini Filistin’in roket saldırılarına karşı koruduğunu iddia etti. Haftalar ve aylarca, insanlı ve insansız uçaklar Gazze üzerinde halkı korkutarak bağımsız hedefleri vurdu. İsrailliler Ekim’de Gazze’ye dört kez saldırdı. Hamas lideri Ahmed Jabari’nin yargısız infazından bir gün önce, iki taraf da bir ateşkesin şartları üzerinde anlaştıktan sonra, bir roket atıldı. Bu esnada İsrail saldırdı ve kendini basında, savunulması gereken bir kurban olarak gösterdi. Senaryo, 2008’de yaklaşık 1500 Filistinli’nin hayatına mâl olanla aynı. Garip olan, Filistinliler’in en elverişli anda saldırmaları: Tam da Netanyahu’nun seçimi kazanmak için bir savaşa en çok ihtiyaç duyduğu anda.
***
Arap dünyası da istikrarsız ve zayıf. Uluslararası toplumun üzerinde fikir birliğine varmamaya razı olduğu ve durumun kötüleşmesine izin verdiği Suriye’deki iç savaş, Lübnan’daki gerilimler, İran’ın karmaşık dış politikası, Tunus, Mısır, Yemen ve Ürdün’deki istikrarsızlık, ortak olarak harekete geçilmesini güçleştiriyor. Ve bu esnada, İsrail fiili gerçeklere dayanan uzun soluklu politikasıyla ilerlemeye devam ediyor. İsrail hükümeti barış istemiyor. Bazı kabine bakanlarının da artık açıkça itiraf ettiği gibi, zaman kazanmaya çalışıyor.
Tüm insanlığın temelde eşit olduğunu varsayan Aydınlanma değerleri ile yetişmiş Batılılar’ın zihinlerinde, Araplar’ın ve bugün daha geniş manada Müslümanlar’ın yaşamları, İsrailliler’in ve egemen güçlerin kadın, çocuk ve erkeklerinin hayatından daha değersiz. Yasayla kurumsallaşan ya da gayriresmi olarak kabullenilen bu ırkçılık, Beyaz Adam’ın dünyayı uygarlaştırma görevinin merkezinde ve ırkçı rejimlerin köklerinde yatıyor. İnsanlar kategorize ediliyor: Bizim gibi veya bize benzeyen insanlar “diğerlerinden” daha çok yaşama hakkına sahip. Ezilenlerin misilleme yapması ise çok riskli. Belki böylesi iç karatıcı bir mantığı reddetmek Küresel Güney’e düşer; belki de vicdanlı insanların ayağa kalkıp seslerini çıkarmalarının ve masum bir Filistinli’nin ölümünün, sessizliğimizi suçlulukla lekelediğini söylemelerinin zamanı gelmiştir. Belki de artık güzel sözcüklerin ötesinde boykotların ve sermayenin ülkeden çekilmesinin, geniş ölçekli ittifaklar kurulmasının ve İsrail otoritelerine, bugünün kibir ve sağırlığının yarın yaşanacak yenilginin boyutlarını gösterdiğini söylemenin vaktidir.
- Bu yazı STAR Gazetesi için kaleme alınmıştır.