İsrail'in katliamı ikinci ayını doldurdu. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) bu süre zarfında en az 7 kez Gazze gündemiyle toplandı. Her seferinde ABD, ateşkes kararını veto ederek İsrail'in katliama devam etmesini sağladı. Yani Gazzeli çocukları; uykudayken, ellerinde çikolataları daha bitirmemişken, arkadaşlarıyla oyun oynarken, anneleri saçlarını okşarken, babalarını kapıda karşılarken vuran bombalar ABD'nin onayı ile atılıyor. Dahası p bombalar her gün ABD tarafından takviye ediliyor. ABD silah verdiği için ve BMGK'nın ateşkes kararına engel olduğu için İsrail, Filistin'de çocuk, kadın, yaşlı, engelli, hasta, hayvan katletmeye devam ediyor. Ve biz anlamaya çalışıyoruz, nasıl oluyor da dünya bu kadar sağır, kör, dilsiz... ?
Ne soruyoruz İsrail'i ne durdurur?
Bu naif soruların cevapsız kalması yeterince açıklayıcı aslında.
Dünyada en kısa sürede en çok çocuğun, gazetecinin ve hayvanın katledildiği çatışmaya şahitlik ediyoruz.
İnsan yoğunluğunun çok fazla olduğu sivil yerleşim alanlarının bu kadar yoğun şekilde bombalanması da bir ilk. Hastanelerin, okulların, ibadethanelerin vurulduğu, sivil kayıpların çok yüksek olduğu savaşlara şahit olmuştuk. Ama hastanelerin dahi doğrudan hedef alındığını ilk kez gördük.
İsrail soykırımı ne zaman sona erecek, bilmiyoruz. Uluslararası kurumlardan beklenti sıfır. BM zaten ABD'nin nicedir zayıflatmak istediği bir kurum. ABD'nin, büyükelçiliğini Kudüs'e taşıma kararına BM Genel Kurulu'nda 128 ülke birlikte karşı çıkmıştı. Onay veren 9-10 ülkenin içtiği suyun, giydiği çarığın ABD tarafından verildiği düşünülürse BM tarihindeki en güçlü kararlardan biriydi. Ama ne oldu? Hiçbir şey. ABD, büyükelçiliğini Tel Aviv'den Kudüs'e taşıdı.
Ne olup bittiğini anlamak için güçler dengesine, ya da dengesizliğine bakmak lazım. Aklımızın almadığı şeyler, dengelenemeyen bir gücün stratejik hedefleri olarak yaşanıyor ya da yaşatılıyor.
Çünkü artık güç blokların birbirini dengelediği bir dünyada yaşamıyoruz.
Hani deyip duruyoruz ya, "artık çok kutuplu dünya var" diye. O kutupların hiçbiri bir yaraya merhem olamıyor. "Batı Bloku", "Sosyalist Blok", "Üçüncü Dünya" analizleri ders kitaplarında kaldı. Dünyadaki güç mimarisinin bu şekilde tezahür edildiği dönemde Filistin, milliyetçi-sol bağımsızlık hareketlerinin rüzgarıyla yakaladığı desteği iki devletli çözüme taşıyamadı. Camp David sürecinde Mısır'ın İsrail'i tanımasıyla aslında Filistin tarafındaki en güçlü direnç kırılmış oldu.
İsrail tarafının kazancı hemen hesaba yatarken Filistin'le ilgili maddeler belirsiz bir biçimde gelecek yıllara ertelenmişti. Nitekim hiçbiri gerçekleşmedi.
Ne yazık ki Yaser Arafat'ın çabaları da akim kaldı. Oslo Anlaşmaları sonucunda Filistin'in elde ettiği şey belediye hizmetleriyle sınırlıydı.
Sosyalist blokun çökmesi ve bağımsızlık mücadelesini kazanan Üçüncü Dünya ülkelerinin Birleşmiş Milletler'in yapısına tesir edememesiyle oluşan yeni tek kutuplu dünya düzeni içinde Filistin büsbütün arkasız kaldı.
Arap ülkeleri için Filistin davası Filistinlilerin vatanı olarak değil "Arap davası" olarak anlamlıydı. ABD himayesinde oluşan yeni düzende Ürdün ve Mısır adeta İsrail'in güvenliğine memur hale getirildi. Arap Ligi ve İslam İşbirliği Teşkilatı; her ikisi de Filistin davası namına kurulmuş olmalarına rağmen, üyesi ülkeler ya ABD'nin himayesinde ya da şantaj mesafesinde oldukları için Filistin davasına destek veremedi.
Üstüne bir de 11 Eylül sonrası dünyada İslami hareketlerin marjinalleştirilmesini ekleyin...
Hülasa ABD ve Avrupa'nın desteği devam ettiği müddetçe İsrail işgale ve katliama devam edecek, öyle gözüküyor. Fakat bu savaş İsrail'e zafer getirmeyecek. Çünkü Filistin'in asla baş eğmeyecek.