(Dünkü yazıda F.G.’nin, ülke kamuoyundaki ilk zuhûr yıllarından, kendi etrafında, manevî gücü yüksek bir kişi olduğu havası oluşturmak istediği ihtimaline dair bir-iki örnek aktarmıştık. Bu gibi örnekler o kadar çok ki.. Kaldığımız yerden devam edelim: )
***
Bunlar sokaktaki sıradan insanlar için fazla bir şey ifade etmeyebilir. Ama, inanç açısından fazla donanımlı olmayan ve de dünya meşgalesi içinde manevî açıdan aç kalmış bazılarının, bu açlığı gidermek için bir yere bağlanıp oradan beslenmek istemesi karşısında, bu gibi ‘manevî şifre’ görüntüsü verilen atraksiyonların, saf kimseleri cezbetmeye daha bir vesile olduğu unutulmamalıdır.
Hattâ, ‘Kur’an’dan idrakine yansıdığını iddia ettiği ve bazı hassas konularda öyle uçuk-kaçık laflar ediyordu ki, bunları ciddîye alıp eleştirmek isteyenler o saçmalıkların tekrarına âlet olmak ihtimali ile bile acı çekiyorlardı.
İNANÇ AÇISINDAN AÇ KALMIŞ HALK KESİMLERİYLE İRTİBAT İÇİN TAKTİKLER..
Bir kişi, birilerini kendisine böyle acaipliklerle bağlayabiliyorsa.. O kitlenin mahiyeti ve keyfiyeti nasıl olabilir? Şair ne demişt: ‘Elbette put olur, öpülen eller ve etekler,/ Elbet öpen oldukça, bulunur öptürecekler..’
Hele de, bu konulara daha önce daha önce ilgi göstermeyen kimseler bir anda kendilerini muammalar âleminde buluyorlar, cemaate dahil oluyorlar, ‘kardeş’lerden sayılıyorlar, diğer kardeşler de onları gözetip alış-verişlerini o yeni kardeşlerin dükkanlarından yapıyorlar, böylece kalbleri ve cepleri daha bir ısındırılıyor ve onların aylık gelirleri bir anda 8-10 misli artıyor, o yeni ‘kardeş’ler de kazançlarının bir kısmını ‘hizmet’e veriyorlardı; yani bir ‘emme-basma tulumbası’ sistemi çalışıyordu.
***
Bu arada çıkardıkları dergiler ve gazetelerde bir taraftan propagandası pompalanıyor; üniversite giriş imtihanlarına hazırlık için açılan ‘özel dershane’ler konusunda da, (sonradan anlaşıldığı üzere) imtihan sorularının hazırlandığı hassas merkezlerinden sızdırıldığı anlaşılan sualler dolayısiyle yüksek başarılar elde ediliyor, bu dershanelerin diğerlerinden farkı hissettiriliyor, bu yolla ve ödemelerin yapıldığı bir banka aracılığıyla yüzbinlerce gencin aileleriyle de irtibat kuruluyor ve niceleri o hareketin gazete ve diğer yayın organlarına abonelikleri sağlanıyor, kurban kestirecek kimseler için ‘hizmet’ ve himmet’ adı altında da bağış kampanyaları tertip ediliyor, kendi adamları aracılığıyla, ‘muhterem hoca efendi’nin, seçkin bir büyük bir manevî lider olduğu her vesileyle anlatılıyor, gazetesinde de ismi, devamlı, ‘Muhterem F. G. Hoca Efendi..’ diye ihtiramla anılıyor ve F.G. adının ‘Muhterem Hoca Efendi’siz anılması mümkün olmuyordu.
Bu cereyanın veya cemaatin giderek güçlenmesi emperial odakların dikkatini nasıl olur da dikkatleri çekmezdi?
‘DOLAR YEŞİLİ’NİN ‘İSLÂM YEŞİLİ’NE KARŞI SAVAŞI TEZGÂHLANIYORDU
Hele de, Sovyetler Birliği’nin dağılmasında da etkili olan ‘Afganistan İşgali’ günlerinde, komünizmi yenilgiye uğratmak için, ‘Cihad’ gruplarına destek veren Amerikan emperyalizminin, potansiyel mücadele güç ve enerjilerini yakından gördükleri Müslüman toplumların bu gücünü kendi emellerine hizmet edecek şekilde yönlendirmek istemeleri tabiî karşılanmalıdır.
Nitekim, işte o günlerde 1991’in sonu- 1992’nin başında Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a CIA’in Ortadoğu uzmanlarınca hazırlanmış bir rapor sunulmuştu. Bu raporda, ‘Sovyetler dağıldı, onun çökmesinden dolayı meydana gelen ideolojik boşluğu kültürel olarak siz doldurabilirsiniz. Ama, artık 1930’ların laiklik anlayışıyla hareket edemezsiniz.. George Washington öldü, Lenin öldü, Kemal Atatürk öldü, ama, İncil ve Kur’an yaşıyor.. (…) Bununla, sizin Rusya’nın temellerine dinamit koymanızı söylemek istediğimiz sanılmasın..’ gibi çarpıcı sözler dikkat çekiyordu.
Aynı dönemde USA Dışbakanı James Baker’ın ‘Sovyetler Birliği dağıldı. Eskiden kızıla boyalı olan bu coğrafyaların rengi bundan sonra yeşil olmalıdır; ama, İslâm yeşili değil, Dolar yeşili!’ sözleri de yol göstericiydi.
ALFABE SAVAŞLARI: ‘KİRİLL’ KOVULURKEN, ARAB ALFABESİNİN DÖNÜŞ YOLU KESİLİYOR, LATİN ALFABESİNİN ÖNÜ AÇILIYORDU
Yine o dönemde, Azerbaycan, Özbekistan ve diğer coğrafyalarda, Müslümanların, dedelerinden kalma arab alfabeli kurşun kalıpları çıkarıp, türkçelerini bu harflerle asırlarca olduğu gibi yeniden arab alfabesiyle yazmak yolunda heyecanla yola koyuldukları, kağıt bulmakta bile zorlanmalarına rağmen dergilerini yayınlamaya başladıkları görülüyordu. Bu heyecanlı çabaların CIA uzmanlarının dikkatinden kaçmış olamaz.
İşte o sırada, F.G.’nin ‘A. Kaya’ gibi yakın adamlarının eline geçen bir gazete, Rusya emperyalizminin sembolü olan ‘Kiril’ alfabesine karşı bir protesto kampanyası mahiyetinde, Kafkasya ve Orta Asya ülkelerinde kağıt bile bulamayan heyecanlı Müslümanlara nazire yaparcasına, o coğrafyalardaki lehçe ve şivelere uygun ve bazı sesler için ek bazı harflerle latin alfabeli türkçe yayınlara başladı. Bu yayınlar, türkçeyi (Osmanlıca benzeri) arab alfabesiyle yazma geleneğini ihya etmek isteyen Müslümanların yolunu kesmeye yetti. Çünkü, bir taraf güçlü idi, bütün imkanlar ellerindeydi; o heyecanlı Müslümanlar ise, kağıt bile bulamıyorlardı.
Tam da, CIA uzmanlarının istediği gibi bir sonuçtu bu..
(Ki, F.G. 1994’lerde, Bülent Ecevit’i Ankara -Oran sitesindeki evinde ziyaretle bu çalışmalarından onu haberdar ediyor ve ‘Biz olmasaydık, oralara İran ve Suûdî kültürü hâkim olacaktı’ dediği, Ecevit’in de bundan memnuniyetini, hanımı Rahşan’a, ‘Bak Rahşan, biz burada iç politikayla meşgul olurken, Fethullah bey Orta Asya’da ne büyük işler başarıyor!.’ diye dile getirdiği medyaya yansıyordu.)
***
Bu gelişmeler bazılarına heyecan vermedi değil.. Orta Asya’larda, Balkanlar’da, Kafkaslar’da, Afrika ve diğer coğrafyalarda yaygın şekilde okul açmalar böyle başladı.. Bu okul açmaların çok sâde ve saf-temiz düşüncelerle ve zihinlerde çakıveren parıltılarla akla geldiği söylenemez herhalde..
Sovyet Komunist İmparatorluğu’nun tarihin dehlizlerine yuvarlanmasından sonra, USA emperyalizmi, dünyanın tek yetkili jandarması olduğu iddiasıyla ve ‘Yeni Dünya Düzeni’ lafıyla dünyayı kendi emrine göre yeniden düzenlemek istiyordu.
Yeni dönemin adı, ‘Religio-politic Çağ’ /Din merkezli Çağ’ idi.
KEMALİST-LAİK VE ATEİSTLERE ÇENGEL ATMA ÇABALARI SONUÇSUZ DA KALMIYORDU
Bu gelişmelerle gücü daha bir artan F.G.’in etrafında oluşan vakıf veya cemaat hareketlerinin okul vs. gibi tesisler için hazine arazisinden veya emlâkinden kendilerine tahsisler yapılması istekleri, giderek artan güçleri ve olumlu sanılan faaliyetlerine bakılarak karşılanıyor; F.G.’ye bağlı ‘Yazarlar ve Gazeteciler Vakfı’ gibi kuruluşlar Abant ve diğer yerlerde gösterişli, geniş katılımlı ve geçmişte çok katı kemalist-laik bir takım akademisyenlerin bile iştirakiyle yapılan görkemli toplantılar yapıyorlar, ülkenin temel meseleleri etrafında ‘ortak akl’ı yansıttığı havası verebilen ‘sonuç bildirileri’
Yayınlıyorlar; bunlar F.G.’ye bağlı tv. kanallarından kitlelere yansıtılıyordu. Hele ‘Türkçe Olimpiyadları’ denilen ve onbinlerin katılımıyla tertiplenen programlar ve orada birçok ünlü siyasetçilerce yapılan gözü yaşlı, heyecanlı konuşmalar ve dünyanın çeşitli yerlerindeki okullarda türkçe öğretilen öğrencilerin, türkçe şiir, şarkı ve hattâ ilâhîleri okumaları bu geniş kitleleri âdetâ sihirliyor; bu programlar F.G tv.larından bütün ülkeye günlerce ve saatler boyu yayınlanıyor ve bu da toplumda hayranlıkla veya en azından şaşkınlıkla karşılanan bir olumlu hava estiriyordu.
***
Cemaat’in güçlendiği hissediliyor, ülke dışı sınırlara doğru açılıyorlardı. Ve bu güç onlara yeni bir şeyler öğretiyordu; dünya çapında bir örgütlenmeye yönelmek..
Ama, aynı hesapları emperial güç odakları da yapmayacak mıydı? Onlar ki, hemen her ülkedeki STK ve partiler, cemaatler, yazar-çizer, sanatçı, sermayedar, vs. kişiler hakkında, ‘Bir gün lâzım olur’ diye dosyalar tutmuyorlar mıydı? Ve o emperial odaklar bu hassasiyeti, Müslüman dünyasının en hassas noktalarından Anadolu için de göstermezler miydi?
‘PAPA-F.G’ GÖRÜŞMESİ VE SONRASI..
1997’nin ortalarına doğru, ameliyat olmak için Amerika’ya giden F.G’ye, orada, ‘Dini Düşünceyi Güçlendirme’ konularında çalışan bir ‘komite’ tarafından bir 250 bin dolarlık bir ödül veriliyordu. F.G.’nin yakın çevresindeki yayıncı Alaeddin Kaya, 1998 sonbaharında Tempo dergisine verdiği röportajda, o dönemi anlatırken, ‘Hocaefendi’sinin o parayı almak istenmediğini söyler, ama sonunda alıp almadığı müphem kalır. Ama, ilginçtir, o ödülü verenler, tekrar gelip Papa 2. Jean Paul ile görüşmek istemesi halinde F.G’ye bu imkânın sağlanacağını bildiriyorlar ve hemen ardından da Papa’dan randevu alındığı bilgisi ulaştırılıyordu. (Hatırlanacağı üzere, Şubat-1998’in ilk haftasında bu buluşma gerçekleşiyordu.)
Bu arada ‘F.G. Hareketi’ genişleyip güçlendikçe, çeşitli ideolojik yelpazenin çeşitli renklerine de farklı gülücükler vermeye başlamıştı. Hattâ, kendisiyle yapılan bir röportajda, ‘Said Nursî’yi görmek imkânı olduğu halde, onu hiç görmemiş oluşu’nu izah ederken, ‘O, kürd olduğu için görmek gelmedi içimden..’ de diyebilecek kadar kavmiyetçilik taassubu içindeydi.
Sonraları vaaz kasetlerinde bazı ilginç laflar da etmeye başlamıştı. Meselâ, kendisinin de içinde yetiştiği ‘Nurcular’ denilen taifenin kısaca, ‘Deccâl.. fir’avun..’ vs. diye isimlendirdiği bir siyasî kişi için, ‘ona saldırılmasına izin vermeyeceği’ne dair sözleri, bağlıları arasında rahatsızlık meydana getirince, çok özel denilen güyâ gizli bir konuşmasında, bunu taktik için yaptığını söylüyor, ama, o gizli (!?) konuşmanın kaseti müridân arasında paylaşılıyordu!!
Ülkede milyonlar 28 Şubat Darbecileri’nin başörtüsü zulmüne direnirken, ‘Başörtüsü furûattandır..’ diyerek birilerine selâm çakan da F.G. idi..
***
FG.’nin Papa’yla görüşmesinin ardından, Ortodoks dünyasının lideri Patrik Bartalemeus da görüşmek istiyor F.G. ile.. A. Kaya da bunu Millî Güvenlik Kurulu Gen. Sekr. Org. İlhamî Kılıç’a bildirdiğini söylüyor. 28 Şubat günlerinin hızlı darbeci-laik-kemalist generallerinden Org. Kılıç, ona, ‘Patrik sizden Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması için yardımcı olmanızı isteyebilir. Siz de onlardan, ‘Selanik’te bir İmam- Hatip Okulu açılmasını isteyiniz!’ der. O da, bunu F.G.’ye bildirir. FG. ise, ‘İmam-Hatib’e gerek yok, Selanik’te bir Atatürk Enstitüsü açılmasını isteyelim!’ der. A. Kaya, bu görüşü Org. Kılıç’a bildirdiğinde, ‘Hârikasınız Alaeddin bey!’ der.
***
Nitekim, FG’yi daha sonraları 15 Temmuz Darbe Hıyaneti’ne sürükleyen siyasî ayaklar değil, üst akıl veya beyinler bu anlatılanların içinde gözükmüyor mu? TC. USA’ya, ‘FG.’in Amerika’da barındırılmaması’nı hatırlatırken, o, ‘Ben buradan giderim, ama, bu büyük milletin / Amerikan halkının üzerine bir şüphe düşmesin diye gitmiyorum..’ demesi de, mes’elenin üzerine tüy dikmemiş miydi?
MAĞDURLUK İDDİASINDA OLANLAR DA, ‘ALLAH’TAN AFF’ DİLEDİLER Mİ?
Bu arada belirtelim ki; F.G. 2 sene kadar önce, bir alman tv. kanalında verdiği mülâkatta, ‘Erdoğan’la, partisini kurarken, çeşitli çevrelere yaptığı ziyaretler meyanında ve kendisine de geldiğinde bir kez görüştüğünü, kendisine tavsiyelerde bulunduğunu ve benden ayrılıp giderken, asansörde ‘Bizim, bu gibilerle de mücadele etmemiz gerekecek..’ dediğini orada olan bizim bir elemanımız da duymuştur.’ demişti.
Başlangıçta, mâsum bir hareket gibi gözüken ve kanun yoluyla zuhûr edilmesine dikkat gösterildiğinden, ‘kanûnen suç işlenmedikçe cezalandırma yapılamıyacağı’ anlayışıyla dokunulamayan; amma sonunda bir iç- sosyal gaile olmaktan da çıkıp, uluslararası emperial-şeytanî odakların fedaîliğine kadar soyunma noktasına ve sonunda da, 15 Temmuz Darbe Hıyaneti’ne kadar gelinişin gövde ve beyniyle ilgili kısa bir özetleme.. Ayaklar ne ki?
Burada başka siyasetçiler gibi Erdoğan’ın da hatası sözkonusu edilirse; o, açıkça, ‘Aldandık, Allah affetsin..’ demişken, içerdeki başka siyasetçilerden veya mağdur olduklarını düşünenlerden, -itirafçı olanlar dışında- kaç kişi, böyle açık bir itirafta bulunup, Allah’tan aff ve millet’ten özür dilemiştir?