Aday adaylık süreci ilginçtir. İlan edilen ücreti yatıran herkes aday adayı olabiliyor. Ne yazık ki bir eleme sistemi yok.
Bir bakıyorsunuz hiçbir kıymeti harbiyesi olmayan kişiler kalkıp itibarlı partiler üzerinden kendilerine belirli bir süre boyunca itibar kazandırmaya çalışıyorlar. İsimlerini tedavüle sokuyorlar. Partilerin platformlarında görücüye çıkıyorlar. Teşkilatları dolaşıyorlar. Şayet paraları varsa bu süreçte bolca reklamlarını yapıyorlar.
Birçoğu aslında aday gösterilmeyeceğini pekâlâ bilir. Ama dediğim nedenlerle aday adaylığı sürecine dahil olurlar. Milletvekilliği seçiminde de belediye seçiminde de aynı kişileri karşınızda bulursunuz.
Bunların bir kısmının bu tercihi bilinçlidir. Ve belli bir amaca matuftur.
Özellikle iktidar partisinden aday adaylığı başvurusunda bulunmuşlarsa bastırdıkları kartvizitleri orada burada masalara bırakmayı ihmal etmezler. Aradan yıllar geçse bile attıkları her mesajla birlikte isimlerinin altına şu notu iliştirirler:
“AK Parti Milletvekili aday adayı.” Veya “Belediye Başkanı aday adayı.”
Altı üstü bir aday adaylık başvurusu yapmıştır lakin bir ömür boyu herkes tarafından özellikle de parti tarafından hem itibar görmeyi, hem de isteklerinin karşılanmasını beklerler. Ne beklemesi bunu düpedüz talep ederler. Bürokrasiden gelmişlerse daha üst makam talebinde bulunurlar. İstekleri karşılanmayınca gönül koyarlar.
Bazıları hiçbir şansının olmadığını bildiği halde özellikle kazanacak partiden aday adaylık başvurusunda bulunur. Seçim sonrasında belediye başkanı bazı taleplerine açık olsun diye. Veya dilediği zaman o sıfatını kullanarak belediye başkanı veya parti yetkilileriyle görüşebilmek için.
O yüzden diyorum işte: Seçimin sosyolojisini ve özellikle seçim süreçlerindeki aday adayları tipolojisini üniversitelerimizin siyaset ve sosyoloji bölümleri tez konusu olarak mutlaka incelemelidir.
Henüz aday adaylık sürecinde herkes “en hakiki partili” olduğunu söyler. Kendisine adaylık verilmezse verilmiş gibi çalışacağına dair partililer karşısında ant içer. Özellikle katıldığı tanıtım toplantılarında her cümlenin başına liderin adını abartılı övgüler eşliğinde zikreder. Sonra gün gelir, o aday adaylardan biri aday olarak ilan edilir. Hepsini kastetmiyorum ama herkesten çok sadık bir partili olduğunu söyleyen, lidere abartılı övgülerde bulunan ve adaylık kime verilirse verilsin kendisine verilmiş gibi canla başla çalışacağını namusu ve şerefi üzerine yemin ederek açıklayan bazı zevatın ihanetine tanık olursunuz.
İlginçtir AK Parti kendisine adaylık vermedi diye bir başka partiden aday olup AK Parti’ye ve liderine ağır sözlerle saldıranlar, bir başka partinin adayının kazanması için canla başla çalışanlar hiçbir şey olmamış gibi tekrar AK Parti’den aday adaylık başvurusunda bulunuyorlarsa soruyorum size bu başlı başına bir inceleme konusu değil midir?
Parti genel merkezlerinin işi biliyorum çok zor. Seçmek sanıldığı kadar kolay değil. Pek çok faktör devreye giriyor. Aynı kişiler çok farklı telkin ve tavsiyeler söz konusu olabiliyor. Dedikodu ve iftiralar kafa karıştırıyor. Kim karşısında en güçlü olarak kimi görüyorsa onu devre dışı bırakmak için her yolu mubah görüyor.
Anketlere güven kalmadı. Telefon aramaları manipülasyonlara açık.
Bu süreçte AK Partimiz açısından iki şeye dikkat edilmesi gerektiğine inanıyorum.
Bir: İhanetçilerin ödüllendirilmemesi...
İki: Makamı kendi nefsi için ısrarla isteyenlerin devre dışı bırakılması.
“Görev istenmez verilir!” anlayışı ehliyet ve liyakat temelinde anlamlı bir seçme mekanizmasına dönüştürülürse sonradan ortaya çıkan arızaların da önü kesilmiş olur. “Görev istenmez!” anlayışıyla yetişenler müracaatta bulunmadıkları veya başkaları gibi kapı aşındırmadıkları için devre dışı bırakılırlarsa kaybeden siyaset kurumu olacaktır.
***
Cihat Yaycı Paşa’nın kulakları çınlasın.
FETÖMETRE gibi ADAYMETRE’ye de ihtiyaç var.