Uzun yıllar Fethullahçı Terör Örgütü lideri Fethullah Gülen'in yakın kadrosu içinde bulunan, Gülen'in gerçek yüzünü görünce Gülen'den ayrılan Latif Erdoğan geçtiğimiz hafta, tarihî vesika hüviyetinde bir yazı kaleme aldı. 13 Şubat'ta Akit Gazetesi'nde yayımlanan "FETÖ-İşkence-Mirzabeyoğlu" başlıklı yazıda Erdoğan, FETÖ liderinin Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu'na olan düşmanlığının aslî sebebini, Mirzabeyoğlu'na yapılan işkencelerdeki rolünü yazdı. Erdoğan'ın yazısındaki mezkûr bölümü kesmeden köşeme koyabilmek için yazıda geçen mevzularla alâkalı yorumlarımı, nasib olursa ileriki günlerdeki yazılarımda yazacağım. İşte Latif Erdoğan'ın tarihî vesika hüviyetindeki yazısı:
"Salih Mirzabeyoğlu denilince hafakanları tutar, yarım saat, bazen bir saat onun aleyhinde konuşur, gıyabında her türlü hakareti yapar ancak teskin olurdu.
12 Eylül 1980'de gerçekleşen askeri darbeye, Salih Mirzabeyoğlu yakalanıp hapse atılacak, diye çok sevinmişti. Fakat beklediği olmadı. 1991 yılında onun tutuklanmasına kadar yaşadığı süreçte hep kâbus yaşadı. Ne zaman baş başa kalsak hemen onun kendisini öldürtmek için planlar hazırladığından söz açar, bu konuda kendisine ulaşan resmî belgelerden bahsederdi. Tabii ki, bu belgelerin kendi elemanlarına hazırlattığı düzmece belgeler olduğunu ayrıca açıklamama gerek yok. Bir de Mirzabeyoğlu'nun kendi el yazısıyla yazdığı hatıraların, sürekli kendisine ulaştırıldığından bahsederdi. (Her şey açık, yorum yok...)
FETÖ elebaşının, Salih Mirzabeyoğlu'na olan düşmanlık ve husumetini sadece paranoya ile izah etmek zordur. Böylesi bir husumete dayanak olacak kuvvetli bir saik lazımdır ki, o da FETÖ elebaşının, fikri planda Mirzabeyoğlu karşısında yaşadığı kompleks ve bu kompleksin onu sürüklediği korkunç haset ve kıskançlıktır.
Mirzabeyoğlu'ndaki fikri derinlik, diğerinde yoktur. Söz buraya gelmişken, konuyla ilgili olduğu için başımdan geçen bir anekdotu da aktarayım: Yıl 1998. Cağaloğlu'ndaki Gökkuşağı isimli toptan kitap satışı yapılan yere gittim. Baştan sona dolaştım. Sonra da yetkililerden birinin odasında sohbet ettik. Kendisine, o kadar din ve İslam düşmanı yazarın kitapları bile satılırken Mirzabeyoğlu'nun kitaplarının niçin satılmadığını sordum. Şaşkın şaşkın yüzüme baktı. Sonra da dediklerimi FETÖ elebaşına ulaştıracağından kuşkum olmayan bu kişiye, "Mirzabeyoğlu'ndaki fikri derinlik 'Hocaefendi'de de yoktur" dedim. Tahmin ettiğim gibi bu kişi hemen bu sözümü ona ulaştırdı. Uzun süre bana küs durdu ve bir daha da benim yanımda Mirzabeyoğlu meselesini açmadı.
Kendisinde o çapta fikri derinlik yoktur ama, FETÖ elebaşı Necip Fazıl'ın Büyük Doğu mefkuresini kendisinin temsil ettiğine inanmaktadır. "Altın Nesil", Üstadın Büyük Doğu Marşında geçen "Yürü altın nesli o tunç Oğuz'un" mısrasından alınmıştır. Fakat FETÖ elebaşı bu mefkurenin içini kendi düşünceleriyle dolduramayacağının da farkındadır. Cemaat içinde mevcut Necip Fazıl sevgisinin kendisinden başka bir mecraya akıp gitmesinden de ciddi şekilde endişe etmektedir.
İşte rahmetli Salih Mirzabeyoğlu'na reva görülen insanlık dışı muamelelerin ve korkunç işkencelerin sebebi, ondaki bu endişe, bu korku, bu paranoya, bu sadistliğin bütünüdür. Bence öldürülme sebebi de öyledir..."