"Haçlı lejyonerleri"nin 15 Temmuz 2016'daki "vekâleten işgal teşebbüsü"nün üzerinden 6 yıl geçti. Bu hainlerin yargılanması tamamlandı. Ancak FETÖ'nün bertaraf edildiğini hatta büyük darbe yediğini söylemek mümkün değil. Hâlâ "FETÖ operasyonu" olmayan gün yok. Kripto Fetullahçılar takıye siperlerinde uyutulurken, ifşa olmuş binlerce FETÖ üyesi Işık Evleri'nde gizleniyor, fırsat buldukça yurt dışına kaçıyor. Öte yandan son günlerde, "FETÖ ipotekli yargı" dönemini hatırlatan toplu tahliyeler oluyor.
FETÖ hıyanetiyle mücadelede bir "millî mutabakat" oluşmadığı ortadadır. Türkiye'yi yönetmeye talip olanların, 15 Temmuz'a "darbe" bile diyememesi, hatta bu hıyanet ile mücadelenin başladığı 20 Temmuz'a "darbe" demesi asla "özgür" bir mütalaanın sonucu değildir.
Tam da FETÖ'nün, uluslararası anlaşmalarda "terör örgütü" olarak kayda girdiği günlerde, Kılıçdaroğlu'nun bazı tescilli FETÖ'cüleri kucaklaması da, üzerinde durulması gereken bir "moral" operasyonudur.
Güya, darbeye ve dış vesayete karşı olanlar, ucuz bir "ortak düşman" oyunuyla, emperyalist lejyonerleri darbecileri bal gibi desteklemektedir. Bu yüzden Fetullahçılar, 2023 veya en geç 2028'de Erdoğan'dan kurtuluncaya kadarki süreyi en az hasarla geçirme çabasındadır.
Kaldı ki FETÖ, asla PKK veya DEAŞ'a benzer bir örgüt değildir. Dolayısıyla, klasik mücadele yöntemleri yeterli değildir.
Nitekim kararlı bir siyasî irade desteğiyle 7-8 yıldır devam eden mücadele sonrasındaki fotoğrafa bakıldığında, bu fitne çınarının sadece dallarından bir kısmının budandığı görülmektedir. Ana gövde aynen durmaktadır. Yani, sadece suça bulaşan örgüt üyelerini cezalandırarak FETÖ'yü yok etmek mümkün değildir.
Hukukî mücadele elbette değerlidir. Ancak bununla birlikte FETÖ'nün temellerindeki ihanetler de ifşa edilerek, toplumdan ayrışması sağlanmalıdır.
Oysa FETÖ ile mücadele, sadece "buzdağı"nın görünen kısmına yönelik bir sığlıkta yürütülmektedir. Hukukî mücadelede "milat" olarak alınan 17 Aralık 2013 veya en fazla 7 Şubat 2012 tarihleri, buzdağının; su üstündeki bölümünün başlangıcıdır. Asıl FETÖ, 1960'lara kadar inen ve hâlâ "zararsız(!)" olarak bilinen bölümde gizlidir. "Hizmet cemaati olarak başlamışlardı, büyüyünce yabancı istihbarat örgütleri tarafından FETÖ'ye dönüştürüldü" yaklaşımı, bu örgüte yardım ve yataklık anlamına gelen bir saptırmadır.
"FETÖ hıyaneti"nin asıl "gövde"si, İslamiyet'e yönelik operasyonların yapıldığı "hizmet ambalajlı hıyanet" dönemidir.
Devlete ve iktidara yönelik olmadığı için mücadelede "milat" olamayan "dinlerarası diyalog" adındaki "Haçlı Saldırılar" karşılıksız kaldığı sürece, FETÖ ile mücadele de "geçici etkili narkoz" mesabesinde kalmaya mahkûmdur.
Zaten, emperyalist devletlerin FETÖ'ye hâlâ sahip çıkmasının sebebi de hâlâ kullanılabilir olmasıdır. Onlar, işlerine yaramıyorsa; babalarına bile bakmaz. Başka bir deyişle Amerika'nın FETÖ elebaşı ve üst düzey örgüt mensuplarını bırakmasının yolu, "kökleri"ni kurutmaktır.
Bunun için TBMM ve Diyanet'in yıllar önce açıkladığı raporlar yeterli değildir. Bu raporların gereği yapılmalıdır. Bu ise, sağlam kaynaklardan alınan doğru din bilgilerinin herkese ve özellikle de çocuklarımıza öğretilmesiyle mümkündür. Bugün en tehlikeli salgın haline gelen "din istismarı"nı önlemenin tek yolu, Peygamber Efendimize (sallallahü aleyhi vesellem) gönderilmiş olan İslâmiyet'in doğru olarak öğrenilmesini ve yaşanmasını sağlamaktır. Devletin "laik" olması, FETÖ ve benzeri sapıklıkların panzehri olan "doğru bilgilendirme"ye asla mani değildir. Tam aksine mevcut laiklik uygulaması, FETÖ gibi sapık örgütlerin mantar gibi çoğalarak hızla büyümesi için bir "sera" fonksiyonu görmektedir.
Bugün, "Devlette yeni 'cemaat' yapılanmaları var" iddialarının yanı sıra, "Prof; âlim; hoca" gibi etiketlerle ortalığa saçılan nice enfeksiyonlu tipler, İslâmî kuralları lastik gibi sündürerek yaptıkları ucuz yorumlarla popüler olmaktadır. Tıpkı "İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî bugün yaşasaydı bana itaat etmekten başka çareleri yoktu"(İşgale Benzer Hıyanetler, s. 313) diyecek kadar sapıtan Fetullah Gülen'in yaptığı gibi, İslâmiyet'i bize ulaştıran binlerce âlimi yok sayan bu reformcular, kendi sapık düşüncelerini "İslâm" diye yaymaktadır.
Hasan Sabbah, M. Bin Abdülvehhab, Fetullah Gülen gibi din simsarları, zulmü; gaspı; kumpası; şantajı meşrû gören sapıklıklarını "din" diye sundukları için kolay taraftar bulmuştu. Bu "spot piyasa âlimleri" de, nabza göre fetva vererek etkili olmaktadır. FETÖ'yü besleyip büyüten Haçlı- Siyonist İttifak, bu "dost" âlimlere(!) de, paratoner olmaktadır. Bu tür isimleri eleştirenler derhal uyarılmakta veya sosyal medya hesapları askıya alınmaktadır.
Kısaca Haçlı- Siyonist ittifak, İslamiyet'i yozlaştırmaya yönelik "Reform(!) Projesi"ni, aynı sinsi yöntemlerle, içimizdeki yeni taşıyıcılar üzerinden devam ettirmektedir. Gerçek İslâmî bilgilerle tahkim edilmeyen beyinler, bu; uzaktan kumandalı çakma âlimler tarafından iğfal edilmektedir.
Yeni nesillerin zihnine, dinde reformcuların yaldızlı sapıklıklarını İslamiyet'ten ayırmaya yarayacak "mihenk taşı"nı yerleştirmediğiniz sürece bu Vatikan lejyonerleri istismarını rahatça sürdürecek, sapıklıklarını "din" diye yutturmaya devam edecektir.
Vatikan'ın "Yeni Tip Haçlı Seferleri"ne, bilerek veya bilmeyerek destek veren bu aykırı tipler de METÖ, NETÖ vs. haline geldikten sonra iş işten geçmiş olacaktır.