Türk modernleşmesi iki asrı aşan bir zamana yaslanıyor. Asrîleşme, batılılaşma, çağdaşlaşma gibi zamanla farklı kullanımları olsa da modernleşme bizi de derinden etkileyen bir hikaye.
Türkiye'nin ana omurgası diyebileceğimiz kitlenin, modernleşme maceramızdaki pozisyonu, kısmi değişiklikler gösterse de, Türklük- Müslümanlık tarifi ve içeriğindeki yorum farklarını temel alan bir tartışma zemini doğurmuştu.
Birer kimlik tanımlaması olarak Türklük ve Müslümanlık ikilisinden hangisini öncelediğiniz yahut yaşam pratiklerindeki dozaj farklılıkları toplumsal yelpazedeki yerinizi de belirliyor.
3. Selim, 2. Mahmut, 2. Abdülhamid ve Atatürk modernleşme maceramızın önemli köşe taşları oldular. Onları besleyen kültürel ve siyasal atmosfer ise çok sayıda ismin katkısı/etkisi altında cereyan etti. Modernleşme hikayemizin aktörlerine tepkisel bakmak serbest elbette, ancak süregelen bir toplumsal dönüşümü tarihin çarklarından kopuk değerlendiremeyiz. Çünkü dünya düzenindeki değişimler toplumsal ilişkileri ve değerler algoritmasını da etkiliyordu.
Balkan Harbi ve 1. Dünya Savaşı büyük bir faciaydı. Anadolu içlerine kadar giren emperyalistler ve hizmetkârları kovulmuştu. Gazi Paşa'nın dediği gibi geldikleri gibi gitmişlerdi. Topraklarını kaybeden ve savaşın acı hatıralarını hazmedemeyen millet için Kurtuluş Savaşı bir tesellî zaferiydi. Cumhuriyet Türkiyesi bir hüzün ve ayrılık hikayesinin sonuna eklemlenmişti. Asırlarca varlık gösterdiğiniz Rumeli'den, Libya'dan, Kerkük'ten, Halep'ten, Kırım'dan gözyaşı içinde göçenler için yeni Cumhuriyet bir tesellî yurdu oldu. Üstelik oralardan ayrılmayıp torunlarına 'Bir gün Murat Kaptan dönecek' diyenler de vardı.
Yanı başınızdaki şehirlerin kaybedilmesi doğduğunuz toprakların sınırlarınızın dışında kalması, camilerinizin ezansız topraklarınızın bayraksız kalması yaşayabileceğiniz en vahim hadiseydi. Anadolu'nun bazı şehirlerinde kısa süre de olsa yaşanan işgaller Türklerin tarihle olan ilişkisini/söylemini de etkilemişti. Milletlerin tarihi insan hayatı gibi kısa değildi. Genç Cumhuriyet yeni kuşaklarını muzaffer bir söylemle yetiştirmek ve onlara bir heyecan aşılamak zorundaydı. Bu muzaffer dil kısmen bir toparlanma coşkusu vermişti ancak artık bir dirilişe de yön vermek gerekiyordu.
Fethi Gemuhluoğlu ve kuşağı böyle bir Türkiye'ye doğdu. Tarihe ve coğrafyaya meraklı her genç gibi köklerini, akrabalarını ve ata dostlarını aradı. 2. Dünya savaşı yıllarında çekildiğimiz topraklardan gelen feryatlar ise Fethi Bey ve kuşağını derinden yaralamıştı.
Elbette büyük idealler bir dönem uykuya dalabilir. Fakat aşkın ve aklın tevhidi ile gözü olana gün mutlaka ışıyacaktı. Fethi Bey, Cumhuriyet döneminde verilen zorunlu istirahatten cemiyeti uyandırmak için gayret eden bir modern dervişti adeta.
Bütün hayatı ve davası dikkatle incelendiğinde Fethi Bey, Türklük ve Müslümanlık temelli tartışmaların, tanımların, kavgaların sulh makamıydı. Türklüğe yüklediği misyon ve Müslümanlara hatırlattığı vazifeler ise gençliğin kafasındaki soru işaretlerini yok eden birer balyoz gibiydi. Kimlikler, mensubiyetler onun sözleriyle anlamsız hale geliyordu.
Türkiye'nin yakın tarihinde herkesin saygı duyduğu fikir ve aksiyon adamı olmasının sebebinin hitabetindeki tevhid mayası olduğu kanaatindeyim. Türklerin İslamlaşmasıyla birlikte Batıya akan nehirdeki yolculuğu 1000 yılı aşmıştı. Türkler Mâturidî'nin, Ahmet Yesevi'nin, Yusuf Has Hacip'in idraki ile mayalanmıştı. Anadolu ve Rumeli'de Mevlana'nın, Hacı Bektaş'ın, Hacı Bayram'ın, Yunus'un ve Sarı Saltuk'un gergef gibi işlediği bir coğrafyada büyük bir devlete erişmişlerdi. Fethi Bey'in konuşmalarında bu silsileyi vurgulayan/hatırlatan söylemi, onu tarihin derinliklerinden kopup gelmiş modern bir derviş olarak aramızda yaşatmakta.
Fethi Bey'in hayat hikayesi ve burs verdiği talebelerin karakter özellikleri bize bu çağda 'Müslüman-Türk nasıl olmalıdır' sorusunun cevabını vermekteydi. Onun tarihi konuşmasından bir söylem analizi yaparsak hitabet sanatında bir abide göreceğimiz gibi nasıl bir Türkiye resmettiğini de gözümüzde canlandırabiliriz. Meşhur konuşmasında zikrettiği Osmanoğlu'na verilen emanet, îlâ-yı kelimetullah, fütüvvet ve töre vurgusu iki bin yıllık devlet geleneğinden süzülüp gelen remizlerdi.
Fethi Bey'in modern zamanlarda icat edilmiş, sömürge coğrafyalardan ithal edilmiş ötekileştirici ve katı müceddidî akımlara karşı tasavvufî neşeyi merkeze alması İslamlaşma silsilemizi gayet iyi bildiğini bize gösteriyor. Bu bahis üzerinden onun Türkiye rüyasını okuduğumuzda cemaatçiliğin, mezhepçiliğin, itikadi sapmaların ve laik-antilaik gerilim hatlarının ne denli yapay/ithal tasarımlar olduğunu görürüz.
1970'li yıllarda, kamplaşmanın arttığı, kardeşin kardeşe kurşun attığı bir Türkiye'de, Fethi Bey'in kendisini gençliğe vakfetmesi, adeta bir insan mühendisi gibi gençliği hür tefekkürün kalesi dergilerde yazmaya teşvik etmesi, onlara kariyer planı yapması sıradan bir hadise, basit bir başarı hikayesi değildi.
5 Ekim 1977'de Hakka yürüyen Fethi Bey büyük Türkiye rüyasına kendisini adamıştı. Anadolu'dan okumak için İstanbul'a ve Ankara'ya gelen gençlere rol-model olmuştu. Fethi Bey, o günlerde muhafazakâr-milliyetçi gençliğin olgunlaşması, şehirlileşmesi, tarih bilinci kazanması, aksansız bir Türkçeye sahibi olması için gayret göstermişti.
Fethi Bey'in yaşadığı sancılar ve dert edindiği meseleler Yahya Kemal'in romantizmine göre daha gerçekçiydi. Yahya Kemal sizi Mohaç'a, akıncı cedlerinizin ayak seslerine götürürken, Fethi Bey Batıyı ve Doğuyu bilen nesillerin yetişmesi için uyumamıştı. Eli kalem tutan gençlerle mektuplaşmış, sabaha kadar öğrenci dergilerini okumuş, kahve köşelerinde gençlerin her birine ayrı ayrı zaman ayırmıştı.
R. Geunon'u okuyup tercüme edecek gençlerin yetişmesini arzu etmişti. Bugün yaşayan birçok akademisyenin yetişmesinde rol almış onlara tez konuları belirlemek de dahil ufuk açıcı nasihatler vermişti. Bugünlerde İslam coğrafyasında yaşanan kırılmaları düşündüğümüzde Fethi Bey'in o yıllarda genç bir doktora talebesi olan Merhum Haluk Dursun'u Suriye üzerine doktora yapmaya teşvik etmesi öngörü sahibi bir düşünür/aksiyoner ile karşı karşıya olduğumuzu gösterir. Gana'dan Suriye'ye, Karaçay'dan Balkanlara kadar Türklüğün ve Müslümanlığın uzandığı her noktaya meraklıydı ve yeni dünyanın kurulacağına dair müjdelerini gençliğe aşılamıştı.
Fethi Bey'in tarih bilinci kesintisizdi ve devamlılık gösteriyordu. İslam tarihi bilgisi ve modern Türkiye'nin doğuşuna kadarki döneme vukûfiyeti, tarihi şahsiyetlere atıfları ne kadar derin bir idrakte olduğunu gösterir. Okuduklarımdan ve tanıdığım bursiyerlerden anladığım kadarıyla Fethi Bey 'devlet aklı' dediğimiz olgunun tam merkezindeydi.
Bugünkü cemaatlerin, derneklerin, vakıfların burs verme usullerine ve bursiyerlerinden beklentilerine baktığımızda Fethi Bey'in kıymetini anlayabiliriz. Fethi Bey burs verdiği talebelerin mensubiyetine, menşeine, mezhebine, dünya görüşüne bakmadan hareket etmişti. Fethi Bey küresel bir Türk-Müslüman tipini modernize ederek kurgulamıştı. Onun rüyasındaki Türkiye, soydaşları ve Müslüman alemi ile irtibatlı, mazlum milletlere umut olan, gerektiğinde yardım eden, rehberlik yapan, söz sahibi bir Türkiye'ydi.
Ne mutlu Fethi Bey'i anlayanlara ve onun rüyasındaki Türkiye'ye inananlara.