Bu yıl dördüncüsü gerçekleştirilen Uluslararası Malatya Film Festivali’nde katılabildiğim iki gün içinde sinema ahvalinin değişik veçhelerine tanık olabildim. Slovak-Çek ortakyapımı Mira Fornay’ın Köpeğim Killer, Avrupa’nın fakir ve değerlerini kaybetmiş bir kesiminden kesitler sunuyordu. Avrupa toplumunun halihazırda yaşadığı sorunları gerçekçi bir şekilde işleyen film, fotografik gerçekçiliğin bütün sorunlarını içeriyordu. Gerçekliği gerçekçilik üstünden resmetmek sanatın kendi anlatım dilini kullanmayarak var olanla yetinmek anlamına geliyor ki, tam da bu şekilde sanatın sanat olma mahiyetini gözetmeyen bir tavır ortaya çıkıyor. Sonraki film, Amerika’nın başlangıçta kendinden farklı bir şeyler beklenen yönetmeni Jim Jarmusch’un Sadece Aşıklar Ayakta Kalır, bir vampir hikayesinden hareketle yine nefsaniyetin her türlü ortamında ve ruh halinde geziniyordu. Kan içme olgusunu son derece estetize ederek, bunu dünya düşünce tarihinin kaynaklarını malzeme ederek işleyerek, artık buzlukta kandan bir lolipopa vardıracak dek resmederek bir tür satanizm olarak sunma maharetini sergiliyordu.
***
Öte yandan Azerbaycan sinemasından Şamil Aliyev’in kamerasından çıkma ve toplumsal hayattan uzak yaşayan genç bir adamın hayatından bir portre sunan Çölcü filmi, kimi sinematografik zaaflarına rağmen bir insanlık durumunu sahici bir şekilde beyazperdeye getiriyordu. Yönetmeninin katılımıyla sunulan film, bir bozkırda, babası öldükten sonra develeriyle başbaşa kalarak hayatını idame ettiren genç adamın hayatına giren bir kadından sonra değişmeye başlayan hayatla olan ilişkisi insanın özüne yaraşır bir dille aktarılıyordu. Geçen yıl Bir Ayrılık’la En İyi Yabancı Film Oscar’ı alan İranlı yönetmen Asgar Ferhadi’nin sonraki filmi Geçmiş, yine benzer biçimde ayrılma teması üzerinden yürüyordu. Fransa’da çekilen film, bir kadının darmadağın olmuş ilişkiler yumağında, Fransız sinemasının tipik modunda yer yer kitabi olan diyalog kuruluşuyla, sonunda gergef gibi örülen bir senaryo yapısıyla, seyirciyi bir mahremin içine çekecek denli gözlemci hatta röntgenci kılıyordu. Filistinli yönetmen Reşid Meşaravi’nin Leyla’nın Doğumgünü, Ramallah’ta geçen bir günü işgal, toplumsal kurum ve sorunlar ve umut üzerinden zaman zaman ciddi, zaman zaman mizahi bir dille anlatıyordu. Film, ince işlenmiş psikolojik kurgusuyla, insanın değişen ruh hallerini, zaaf ve güçlü yanlarını sade ama derin bir anlatımla seyirciyle buluşturuyordu. Gösterimden son yönetmenle yapılan söyleşi ise, Filistin gerçeğine ve sinemasına ilişkin son derece içerden ve sahici veriler sundu.
***
Zengin bir gösterim ve yan etkinlikler programıyla İstanbul’da devam eden Boğaziçi Film Festivali’nde, Çarşamba günü Ticaret Üniversitesi’nin Sütlüce kampüsünde, Sinema ve Eleştiri ana başlığı altındaki panelin Türk Sineması ve Eleştiri başlıklı oturumunu yönettim. Konuşmacılar, akademisyenler Peyami Çelikcan, Zeynep Çetin Erus, Nigar Pösteki ve sinema tarihçisi Burçak Evren’di. Türk sinemasında eleştirinin ve bizatihi Türk sinemasının değişik dönemlemelerinin ele alındığı oturumda, sinemamızla ilgili bazı nokta ve mefhumların hala ne kadar canlı olduğu ortaya çıktı. Üzerinde konsensusa varılabilecek konular olduğu gibi, ayrışmalara gidilecek çerçeveler de mevcut ve değişik görüşlerin penceresinden Türkiye sinemasının safahatı ve kimliği, görünen o ki, tartışılmaya devam edecek.