İslam'ın temel prensiplerine, bin dört yüz yıllık ilmi müktesebatına, sahih geleneğine özellikle içeriden görünümlü, ama dışarıdan güdümlü bir kısım hocalar tarafından saldırılar düzenlendiği zaman, kabul etmek gerekir ki bazen sert yazılar yazıyorum. Bu sert yazılardan dolayı, kimi dostlarım, "farklı düşüncelere kapalı mısın? Bir insan, temel İslamî meseleler de dahil olmak üzere, senden farklı düşünemez mi? Nedir bu hiddetin?" tarzında serzenişte bulunuyorlar.
Her şeyden önce, farklı düşüncelere kapalı değilim. Tam tersine her türlü görüşün açıkça dile getirilmesinden yanayım. Bundan, gerek kişiliğim, bilgim ve düşüncem açısından, gerekse dinim açısından en küçük bir kaygı duymam. Aldığım İslamî eğitim de bunu gerektiriyor. Çünkü İslam toplumu kendine, inanç ilkelerine güvenen, akidesinin doğruluğundan şüphe duymayan yüksek özgüvenli bir toplumdur. İbn Hazm, bu düşünsel özgüveni muhteşem bir ifadeyle özetlemiş: "Kılıçlar savaşında yendiğimiz de olur, yenildiğimiz de. Ama deliller savaşında (fikri tartışmalarda) yenildiğimiz görülmemiştir." Nitekim tarih boyunca, Müslüman alimler, en aykırı fikirleri savunan kimselerle tartışmaktan hiçbir zaman imtina etmemişler. Ebu Hanife'nin, Süfyan Sevrî'nin, Cafer Sadık'ın ve daha birçok alimin ve imamın, bugünün agnostiklerine, deistlerine, hatta ateistlerine benzetilebilecek o günün zındıklarıyla, bazen Kabe'nin hareminde dahi yaptıkları ve onları delilleriyle ilzam ettikleri tartışmalar meşhurdur. Bu özgüveni, İstanbul'da kaldığı evin kapısına "kimseye soru sorulmaz, her soruya cevap verilir" gibi iddialı bir söz yazan Said Nursî'de de görüyoruz. Görüldüğü gibi, Müslümanlar en aykırı fikirleri savunan kimselerle, kendi harem-i ismetlerinde bile tartışmaktan kaçınmamış açık fikirli insanlardır. O halde benim derdim nedir bu bir kısım hocalarla?
Malum, aşiretlerde akrabalar arasında kavga niza eksik olmaz. Ama dışarıdan bir saldırı söz konusu olduğu zaman, bütün o kavgalar, ihtilaflar bir kenara bırakılır ve dışarıdan saldırıya geçen düşmana karşı omuz omuza verilir. Böylesi bir tehdit söz konusu iken, hala ihtilafları alevlendiren birileri de çıkarsa, onu "hain" ilan eder ve dış düşmanla bir tutarlar.
Çünkü hem insanın fıtratına hem de İslam'ın özüne göre tartışmanın, ihtilaf etmenin de bir zamanı vardır. Özellikle düşman kapıya dayanmışken, ev içinde kavga tutuşmak, en hafifinden ahmaklıktır. Mesela Gazze'deki Müslümanların yedi ayı aşkın bir zamandan beridir her türlü katliama, soykırıma, yıkıma, sürgüne, açlığa, susuzluğa maruz kaldıkları bu günlerde Müslüman devletlerin, Müslüman milletlerin aralarındaki kadim veya güncel ihtilafları kaşımaları, aşiret ortamındaki hainlikle eşdeğer bir tutumdur. Böyle bir zamanda, Müslümanlar arasındaki siyasal, düşünsel, coğrafi, etnik, mezhebi ihtilaflardan söz etmek, bunları sürekli olarak gündeme getirmek dış düşmanın işine yaradığı için "dış güdümlü" niteliğini hak eder.
Aynı şekilde, İslam'ın ve Müslümanların yüzyıllardır sistematik olarak saldırı altında tutuldukları, kriminalize, terörize edildikleri, siyasal, askeri ve ekonomik açıdan kelimenin tam anlamıyla ablukaya alındıkları günümüzde, bir kısım hocaların da çıkıp İslam'ın en temel prensiplerine eleştiri adı altında ağır darbeler indirmeye kalkmaları, hiç de masum sayılacak bir davranış değildir. En hafifinden, bugüne kadar nemalandıkları, nimetlerinden istifade ettikleri dinin tökezlediğini düşündükleri bir zamanda saldırıya geçmeleri, aslında dinin bedenine sinmiş tufeyliler olduklarını ortaya koyar ve bundan dolayı da her türlü sert cevabı hak ederler. Bunun fikir özgürlüğüyle bir ilgisi yoktur. Ayrıca Müslümanlardan daha özgür fikirli insanlar da yeryüzünde görülmüş değildir. Bakmayın siz, fesat çeperlerine gizlenmiş propagandistlerin hezeyanlarına.