Kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Bizler Anadolu milletinin masum, tertemiz, namuslu çocuklarıydık.
Üzerimizde büyük oynadılar!
Teferruatlı oynadılar!
Hedefledikleri sonuçları elde ettiler!
Pek çok açıdan hiçbirimizin diğerinden farkı kalmadı. Doğrusu bu ya millet olarak kümülatif bir Amerikan, Fransız, İngiliz toplumundan da pek farkımız kalmadı!
Bizi biz yapan şey ne ise terk ettik; aslında biz bizi terk ettik!
Hacı denen Sabancı, herhangi birinden doğan çocuğun muhtemel babasıymış. Öncesinde, Metin Akpınar'ın babalığı muhkem babalık haline geldi biliyorsunuz. Bir önceki yazıda ifsat edici tarafını da dikkatlere sunmuştuk.
Şimdi en azından bizim gençliğimize dönüp, bize yaşattıklarınızı suratınızı balyozla dağıtır gibi hatırlatmak lazım; ama, biz sizin laftan anlamayacak yaratıklar olduğunuzu öğrendik ve sizden iğrenmeyi zırhımız yaptık; sizden uzak durmayı, milletin çoluk çocuğunu sizden uzak tutabilmenin selametli yol olduğunu gördük.
Kuduz gibisiniz, aslında sizi muhafaza altında, karantinalarda tutmak lazım.
Bu topraklarda, üzerine en çok titrediğimiz kavram 'namus'tu; ve siz namus kavramına mütemadiyen saldırdınız. Şimdi görüyoruz ki, namus diye bir kavrayışınız olmadığından, namusa saldırırmışsınız.
Bizler size göre kaç-göç, haremlik-selamlık yaklaşımıyla yaşayan gericilerdik. "Vallahi biz sizin gerinize geçmedik." Ancak siz daima birbirinizin, kimi görmüşseniz gerisin geri durmuşsunuz!
Kurban olun bizim yaşamamıza.
Ama kenef gibi âsin sızıntılarınızla hepiniz birbirinizin gerisine geçmeyi bırakalım çift yöne giden treni olmuşsunuz. Biriniz biniyor hep birlikte bir yöne, öbürünüz biniyor hep birlikte diğer yöne gidiyorsunuz.
Feryadımız şuna, her geçen gün bizim çevrede size karşı geliştirdiğimiz öfkemiz azalıyor, tersine, kabulümüz artıyor; eskiden taşlamak istediğimiz sizler bugün taş kesilesi işler yaparken bizim gıkımız dahi çıkmıyor!
Milletin anasını ağlattınız diyeceğiz ama halinize ağlayacak ana bile bırakmadınız.
Sizi içimize kabul ettikçe gelip mahallemizi bozdunuz!
Biz de eskiden ne hal ne mahal kaldı, topyekûn hepimize bir hal oldu!
Virüs gibisiniz...
Neredeyse yüzyılın başından itibaren bu topluma, bize yabancı olan pisliklerinizi siz zerk ettiniz; artık biz bize benzeyemiyoruz! Siz yaptınız bunu?
Geçenlerde Aydın Doğan tayfasının Tarkan-Mirkelam üzerinden ne menem ahlaksızlıklar yaptığını Haluk Özdil özel isimlerle yazdı, hiçbiriniz üstünüze alınmadınız! Ekrem İmamoğlu gibi duvara ıslık çaldınız hepiniz.
Dün bugün ortaya bir pislik gibi saçıldı ki... birazcık aristokratik disiplin içerisinde yaşadıklarını zannettiklerimizin torunları da bildiğimiz gavurlar gibi yaşamaktaymışlar!
Sürekli seyahatte olan treni de vagonu da kabul eden sizsiniz.
Acımız şurada, bu haberleri bizim Müslüman kesimin hassasiyetle kurduğu, geliştirdiği, okuduğu medya da çarşaf çarşaf sansürsüz yayınlıyor!
Bilimsel araştırmalar, yaygın dolaşımda olan 'kötülüğün' kabule sebep olduğu, benimsendiği yönünde.
"Ne günlere kaldık ey Gazi Hünkâr, Katır mühürdar oldu eşek defterdar."
Şu aşağıdaki diyalog Yeşil Çam'dan! İzleyin göreceksiniz ki elli sene önce dedikleri her şeyi yapmışlar.
"Büyük oynuyoruz. Her yerde adamlarımız var. Turizme büyük önem veriyoruz. Önce, insanlarda tatil yapma özlemini yaratacağız. Bunun için basın, radyo, televizyon gibi araçlarla kampanyaya giriştik. Harcamalar sonsuz! On yıl sonra yepyeni bir kuşak yetişecek. Kılığı kıyafeti, yediği içtiği, saç şekli, dinlediği müzik...
Hep bizim tarafımızdan empoze edilecek. Yepyeni bir dünya kuracağız. İnsanların hangi kitapları okuyacağını...
Hangi filmleri seyredeceğini biz tayin edeceğiz. Zaten bu filmleri çeken de kitapları yazan da bizim ekibimiz olacak. Geniş bir sanatçı kadromuz var. En iyi ressam, tiyatrocu, besteci, şarkıcı, yazar yönetmen gibi elemanların hepsini bünyemizde topladık..."
Eğer kaldıysa birkaç Kunta Kinte, yerimiz onların yanıdır.
Bu ahlaksızların açtığı çukurlarda yavaş yavaş ölmektense hesabı verilebilir, çelişkisiz, basit fakat Müslümanca bir hayatı yaşamakta ve korumakta ve teklif etmekte ısrarcı olacağız.
Lekum diynikum veliyedîn!